Burak Bayram
Nereden başlayayım bilemiyorum. Birkaç farklı cümle girişi denedim ama olmadı. Klasik bir şekilde başlayalım hatta insanların beni Youtube’da tanıdığı şekilde: “Merhaba arkadaşlar Ben Burak Bayram. Bugünkü Photoshop eğitimimizde sizlerle birlikte …..”. İlkokulda okul birinciliğine oynayan, lisede istemediğim bir çöküş yaşayan, (başka şeylerin tohumu yeşermiş sadece benim bundan haberim yokmuş. Orayada birazdan geliriz.) üniversitede kendini toplayıp bazı sağlam adımlar atan şu anda da iş hayatına TRT çatısı altında devam eden bir kişiyim. Her insanın hayatının bazı noktalarında izler oluşur, benim bu izlerim lise döneminde yoğunlaşarak arttığı için hikâyeme müsaadenizle buradan başlayayım. Şimdi hikâyemi anlatacağım ama ben kimim, neler yaptım, neler yapmaktan hoşlanırım, küçük bir özgeçmiş girişi yapayım ki okuduğunuzda fayda kazanacağınızı düşünüyorsanız okumaya devam edin. Unutmayın, zamanınız değerlidir, güzel ve hayırlı bir şekilde kullanmak gerekir.
Yeniden merhabalar, ben Burak Bayram. Liseye Sakarya’da bir Anadolu Öğretmen lisesinde başladım, İstanbul’da bir Anadolu lisesine transfer oldum ve lise dönemimin son senesini açık öğretim lisesinde tamamladım. Üniversite sınavı sonucunda Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümünü kazandım. Okul hayatım devam ederken Microsoft Student Partner programına katılıp okuldaki Microsoft elçisi oldum. Sonrasında kısa dönemlik (1 aylık) bir staj yaptım ve yine sonrasında 1 seneye yakın Microsoft MEA Developer Experience and Evangelism Stajyeri olarak işe başladım. Bu stajdan sonra yine Blesh isimli bir şirketin tüm tasarım işlerini üstlenip üç sene burada görev aldım. Bunlara ek olarak Türkiye’de ilk yazılan Youtube kitaplarından biri olan “Youtube” kitabını çıkarttım. Youtube’da şu an bu eğitimler eskidiği için kaldırmış olsam da 500’den fazla videolu bilgisayar, yazılım, tasarım konulu içerik yayınladım. Ve tabii ki şu an Youtube’da 70.000’den fazla abonesi olan ve videolar gizli olsada 13 milyon dolaylarında izlenmesi olan bir Youtube kanalım mevcut. Bunlar dışında yine insanlara faydalı olmak adına Kariyer Sohbetleri formatı altında kendi alanında öne çıkmış isimlerle 46 bölümlük bir röportaj serisi hazırladım. Youtube’da hazırladığım eğitim setleri dışında Udemy üzerinden 16.000 adet eğitim setimi beğenip, kullanan arkadaş mevcut. Bunlara ek olarak lisanslı okçuyum. Gezgin Harfler isimli, insanları yazmaya yönlendirecek bir projeyi devam ettiriyorum. Son olarak TRT çatısı altında dijital stratejist olarak görev alırken bir taraftan da Kreatif Durak ve Yerini Alanlar isimli iki podcasti devam ettiriyoruz. Daha fazla Burak Bayram için bir Google’a bakın derim.
Bende iz bırakan ilk anıma geçmeden önce liseden bu yana yaşadığım olaylardan çıkarttığım derslere yönelik bir yazı olacak bu içerik. Hatta bu yazıyı okurken telefonunuzdan “The Secret Life of Walter Mitty” filminin şarkı listesinde yer alan ve Jose Gonzalez tarafından söylenen “Stay Alive” şarkısını açıp dinlemenizi rica ediyorum. Çünkü okurken bu müzik okuduğunuz metne ekstra duygu ile yaklaşmanızı sağlayacaktır.
Sıcak bir yaz ayında 9. sınıftan mezun olup karneleri aldığımız gün iki arkadaşımın sınıfta kaldığını öğrendim ve ilk büyük konuşmamı gerçekleştirmiş oldum: “Ben sınıfta kalsam, okulu bırakır, gider sanayide işe başlarım.” Bu cümlemin ardından aradan bir sene geçti ve 10. sınıf sene sonu karne zamanı sınıfta kalan kişi bu sefer bendim. Aynısı 11. sınıfta da gerçekleşti ve ben 4. seneyi tamamlayıp üniversite sınavına girmek için açık öğretim lisesine kayıt oldum. Son senemi burada tamamladıktan sonra Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’ni kazanmış oldum. 4-5 yıla yayılmış bu ders benim bir özelliğimi çok geliştirdi. Büyük konuşmamak veya bin düşün bir söyle şeklinde özetleyebiliriz. Bunu hiç konuşmamak şeklinde algılamayın ama olabildiğince konuşmanızı az ve öz tutmanız bence her insan için daha hayırlı ve böyle ortamlarda insanların daha huzurlu olacağını düşünüyorum. Ağızdan çıkan söz tekrar yerine dönmeyeceği için gerçekten yaptığımız konuşmalara çok dikkat etmemiz gerekiyor. Bu arada gittiğim lise gerçekten iyi bir lise idi ve ben de çok tembel biri değildim. Ama bu kısmı çok uzatmayacağım. Sadece şunu söyleyeyim açığa geçtikten sonra 2-3 hocam beni yolda gördü, muhabbet ederken “Burak neden bize söylemedin sözlüde kanaat kullanıp seni geçirirdik.” dedi. Evet kaldığım hâlde gidip ne ben hocalarımla konuşmuştum ne de ailemden birini yollamıştım. Bilmiyorum belki o zaman sınıfta kalmasam nasıl bir hayatım olurdu. Bilemiyorum. Ben her zaman afiyetle hayırlısını istiyorum. O yüzden şöyle olsaydı böyle olsaydı diye düşünmüyorum. Bu şekilde yaşanması gerekiyormuş. Eğer bu olaydan bir ders çıkartmam gerekiyorsa bu dersi çıkartıyor ve şu anki bulunduğum âna odaklanıyorum.
Üniversiteye geçtiğimizde benim açımdan olaylar çok değişti. Çünkü lisede aktif olarak etkinliklere katılmayı keşfedememiştim. Ama üniversitede o stajtan bu etkinliğe bu etkinlikten o hackathona derken gerçekten kendime nefes almaya zaman bırakmıyordum. Şimdi okuyanlar diyecek ki bu kadar da olmaz. Ara sıra nefes almak lazım yoksa “burn out” olunur (Burn out: tükenmişlik hâli, aşırı zorlama sonucu yaptığı işten bıkkınlık duymak ve isteksizlik oluşmak). Arkadaşlar bu konu çok genele dayanıyor. Benim de yaptığım işlerden sıkıldığım zamanlar oldu ama Allah’a şükür çok büyük sıkıntıya yol açan bir durum oluşmadı. Çalışmayı da seviyorum ne yapayım. Yani bir kişi bir konuda burn out oluyorsa benim de mi olmam gerekiyor. Bu sanki öğrenilmiş çaresizlik gibi bir şey bence. Yani neden başkasına olan bir şey bana da olmak zorunda? Belki ben bir yöntem buldum ve bunu aşabiliyorum. Ben çalışmak, deyince insanlar bu kadar da çalışılmaz, ara sıra nefes almak lazım diyor ama kafa yapım bu ve bunu değiştirmek istemiyorum. Bu arada gerçekten bir dönem ben de bu kafa yapısına girdim dedim, burn out olurum, yavaştan alıyım, esnek davranayım vs. Ne mi oldu? Daha fazla strese girdim. Gittikçe mecburi işler dışında bir şey yapmamaya başladım. Yüzümde egzama oluştu vb. birçok şey. Ama bu sene içinde askere gittim ve her şey değişti. Askerlik bana disiplin kattı diyebiliriz. Askere giderken 111,5 kilo idim, döndüğümde 97,5 olarak döndüm. Şu an ise 93,5 kiloyum. Egzamam yok oldu. Askerde az mı yedin, yemek mi vermediler vs. dediğinizi duyar gibiyim ama tam aksine yemeğimi yedim ama hiçbir verilen işten de kaçmadım. Askerlik zor ama ben bu durumu kendi gelişimime yönelik kullanmaya karar vererek gitmiştim. Telefonda yok. Kafayı meşgul edecek tek durum eğitimler ve bir sonraki öğünde ne yiyeceğimizdi. Askerlikten dökdükten sonra tâbiri caizse tam çakı gibi olmuştum. Bu enerji ile üniversite dönemindeki enerjimi geri yakalamıştım ve bunu bırakmak istemiyordum.
Askere gitmeden önce arkadaşlarımla hâlihazırda “Yerini Alanlar” ve “Kreatif Durak” podcastlerini başlatmıştık ama döndükten sonra bu iki içerik içinde ben daha heyecanlı ve hevesliydim. Hatta döndüğüm hafta Kreatif Durak podcasti için 6 yeni bölüm çektik. Sayı az gelebilir ama iş yükü gerçekten fazla emin olabilirsiniz. Ve IG’de dolanırken #Project50 isimli bir projeye denk geldim. Nedir bu derseniz; 50 gün boyunca belli kurallar belirliyorsunuz ve bunu 50 gün boyunca dikey formatta bir platformda videolu veya fotoğraflı bir şekilde yayınlamanız gerekiyor. Benim hedeflerim; yürüyüşü devamlı hâle getirmek, daha fazla hobi edinmek, daha fazla içerik üretmek, daha aktif olmak, daha sağlıklı beslemek, daha fazla okumak idi. Ve ben bunların %50’sinden fazlasını sürekli hâle getirebildim.
Bu arada yine böyle bir iki cümle ile yazarken çok basit geliyor olabilir ama işin bir de iç yüzüne bakalım. Ben hâlihazırda bir kurumda aktif bir şekilde çalışan insanım. Ve bu süreçte daha fazla aktif olup yeni hobiler edinmeye, sporumu yapmaya, yiyeceğim yemeğe özen göstermeye, daha fazla okumaya çalışıyorum. Ama bunları yaparken gece olduğunda elimde bir video stoğunun oluşması benim bunu bir hikâyeye oturtmam buna uygun müzik bulmam, metinlerini girmem, rengini ayarlamam gerekiyor. Bu 50 günlük süreçte yalan olmasın sabah 06.00’da kalkıp hazırlanıyor, işlerimi hallediyor ve işe gidiyordum. Akşamları zaten Ramazan ayı da bu projenin içine dâhil olduğundan ötürü ekstra etkinliklerle eve girmem 23:00 sularına denk geliyordu. Ben kurguya oturuyor ve gece 02:00 – 03:00 civarı kurguyu bitiriyor ve o saatte videoyu yayına alıyordum. Yani videonun izlenip izlenmemesi umrumda değildi. Benim bir amacım vardı o videoyu yayınlamak.
Ve size birşey söyleyeyim mi yatağa böyle kendimi atıyor ve yorgunluğu hissediyordum ya, yani o yorgunluğun bana ne kadar mutluluk verdiğini anlatamam. Bu fiziksel bir yorgunluk da olabilir, zihinsel bir yorgunluk da bu arada. Çünkü bir günüm bir günüme denk değildi ve bir basamak daha çıkmayı başardığımı hissediyordum.
Bu üniversite döneminde öğrendiğim diğer bir şey ise girişken olmanız, insanlara bir şey sormaktan çekinmeyin. Siz karşı tarafa sorunuzu söylemeden cevap alamazsınız.Yani insanlar beyninizi okuyamaz. Derdini anlatmayan derman bulamaz şeklinde düşünün. Hatta bende izi olan bir anımı daha paylaşmak istiyorum. Microsoft’ta çalıştığım dönem bir şirket yarışma düzenliyor ve Avrupa’da ücretsiz gezmenizi sağlayan interrail bileti veriyor. Ben de dedim neden olmasın ve başvuru formuna “Bu gezide videolar hazırlayıp Youtube kanalımda yayınlamak istiyorum.” şeklinde belirttim. Bir de ne olsun, birinci seçildik. Bir anda Avrupa’da seyahat edebileceğimiz biletler hazırdı. Benimle birlikte iki arkadaşım daha vardı bu yolculuğa gelecek. Dedik ki tren biletleri tamam neden uçak biletlerini de sponsorluk ile elde etmeyelim? O dönem Microsoft Yaz Okulu’nda tanışıp kartvizitini aldığımız Genel Müdüre bir e-posta gönderdik. Böyle böyle, biz şöyle bir şey kazandık, siz de uçak sponsoru olur musunuz? Ya inanırmısınız 15 dakika yani 15 dakika içinde sekreteri bize dönüş sağladı, nereden nereye ve ne zaman için biletleri keselim? Dedim ki bunlar oluyor mu gerçekten. Yaptığımız tek şey denemekti. Adım atma cesareti göstermemizdi. Güzel ve saygılı bir şekilde kendimizi ifade etmemizdi. Yani bu kadar basitti. Ama genele baktığımızda her şey birbiriyle bağlantılıydı. Senelerce uğraştığım ve içerik hazırladığım Youtube kanalı olmasa tren biletini kazanamayacaktık. Birçok freelancer iş yapıp kendimi ücretsiz işlerle insanlara kanıtlamasam Microsoft’ta iş bulamayacak ve bir havayolu şirketinin genel müdürünün kartvizitini alamayacaktık. Bazı şeyler yakından bakıldığında o kadar basit geliyor ki. Ama atmosfer dışına çıkıp dünyayı izler gibi olayları dış çerçeveden izlediğinizde bunun aslında çok kolay olmadığını üst üste senelerce birikimin bunu sağladığını görüyoruz.
Şimdi yeniden günümüzdeki bir başka projemize dönelim. Kreatif Durak. Neden dediğinizi duyar gibiyim. Ben şu an medya sektöründe dijital stratejist olarak çalışıyorum ve bu konuda nasıl güncel kalabilirim? Tabii ki çalıştığım alanda bir şeyler yaparak ve deneyerek bunun için de en güzel fırsat bence Kreatif Durak serisini başlatmamız oldu. Şu anda Kreatif Durak podcastimiz katlanarak değerleniyor ve bunu bizim kendimizi geliştirme projemiz olduğu için ve buna ek olarak Türkiye’deki içerik üretmek isteyenlere bir şeyler aktarabildiğimiz için çok mutlu hissediyorum. İnsanların aklına sosyal medya deyince sadece absürt videolar geliyor olabilir ama gerçekten çok fazla kaliteli ve sizi geliştirecek içerik de var. Mesela Project 50 🙂
Ben anlatsam anlatmaya devam ederim ama şimdi burada da otobiyografi yazmayalım değil mi? Genel olarak yaşadıklarımdan, yürüttüğümüz projelerden bahsetmeye çalıştım. Bu metinden sadece kendinize bir ders bile çıkarttıysanız ne mutlu bana. Yani hayaliniz olsun ve kalkın bu hayaliniz, hedefiniz için ilk başta küçük adımlar, sonrasında büyük adımlarla sabırlı bir şekilde hangi durum içinde olursanız olun başlayın. Denildiği gibi başlamak bitirmenin yarısıdır. Sadece bismillah deyip başlayın.