H. G. WELLS: BİLİM, KORKU VE UMUT

Ümit Yaşar Özkan

İlkokulda H. G. Wells’in Zaman Makinesi kitabının kapağının beni nasıl çarptığını hatırlıyorum: Maymuna benzeyen vahşi yaratıkların esir aldığı uzay kıyafetli bir adam. Bu tanışmayla birlikte artık Jules Verne’inkine benzemeyen başka bir bilim kurgu âlemine geçiyordum. Tabii bu görselin üzerindeki etkisini yıllar sonra anlayabildim. Aşina olduğum Jules Verne kitaplarının kapaklarından daha vahşiydi, daha karanlık bir maceraya çağırıyordu sanki. Çocuk aklımla sezebildiklerim çok da isabetsiz sayılmazdı aslında. Verne’in hikâyeleri heyecanlıydı ama istisnai örnekler dışında bunlar iyimser hikâyelerdi. Bu istisnaların en vurucusu olan 20. yüzyılda Paris yayıncısı Hetzel tarafından fazla karamsar bulunup basılmayacak, bu roman ancak 1990’lara doğru arşivden çıkarılıp okurlara ulaşabilecekti. Pek de iç açıcı olmayan bu fütüristik hikâyenin Verne’in kariyerine ve okur nezdindeki itibarına zarar vermesinden korkmuştu Hetzel. Verne büyük keşifler ve teknolojik girişimler çağının heyecan verici yüzünü gördü ya da görmeyi tercih etti, kim bilir belki yayıncısının yönlendirmesi olmasaydı o da başka türlü kurgular geliştirecekti. Verne’den otuz sekiz yıl sonra doğan H. G. Wells ise yaklaşan büyük yıkıma ve daha ötesindeki karanlığın içine bakmaya cesaret etti. Böylece bilim kurguda ve insanlığın hayal gücünde yepyeni bir çığır açtı.
Wells biyoloji eğitimi almıştı, sahip olduğu bilimsel donanım, romanlarını yazarken güçlü bir bilişsel arka plan kurmasını sağlıyordu. Fakat bu noktadan sonra spekülasyonlarını cüretkârca genişletiyor hatta fantastiğe doğru açılmaktan geri durmuyordu. Verne, onun bu tutumunu fazla pervasız bulduğu için ‘Uyduruyor’ demekten kendini alamayacaktır. Örneğin, 1895’te basılan Zaman Makinesi önce okuru zamanın dördüncü boyut olduğuna ve insanın zamanda tıpkı mekânda olduğu gibi hareket edebileceğine ikna etmeye çalışır. Sonraki aşamada okur artık gizemli zaman yolculuğu macerasına hazırdır. Zaman yolculuğu düşü efsane, masal ve kıssalara kadar uzanır. Wells’ten önce bu düşü işleyen yazarlar da yok değildir ama Wells, bu düşü alır ve ondan bilim kurgu edebiyatının en özgün imgelerinden birini çıkarır. Zaman yolcusu yüz binlerce yıl sonrasına gidecek ve insanoğlunun neye dönüştüğüne hayret ve dehşetle şahit olacaktır. Wells hemen bütün bilim kurgu anlatılarında insanlığın sosyal ve politik meselelerine kafa yorar, okurlarını mevcut durumu sorgulamaya kışkırtır. Zaman yolcusunun karşılaştığı insanlık ırkları, bugünkü sınıf hiyerarşisinin yüz binlerce yıl sonra varabileceği ürkütücü, trajik bir manzarayla yüzleştirir okuru.
Dünyalar Savaşı da içerdiği kötücül, istilacı uzaylılar fikriyle bilim kurguda bir ilktir. Kana susamış Marslı istilacıların arkasında da aslında Wells’in abisiyle bir diyaloğu ve bu diyalogdan çıkan bir soru vardır: Sömürgeci İngilizler dünya dışı sömürgeci bir üstün güçle karşılaşsalar ne olurdu? Bu soru dünya savaşlarına giden yolu açmıştır. Dünyalar Savaşı’nda, Endüstri Devrimi’ni gerçekleştirmiş sömürgeci Batı toplumları kendilerinden daha gelişmiş silahlara sahip işgalci bir gücün karşısında aciz kurbanlara dönüşürler. 1898 yılında basılan romanda Marslı işgalinin sebep olduğu korkunç yıkım manzaralarıyla karşılaşırız. Maalesef romanda tasvir edilen bu yıkım dünya savaşlarında gerçeğe dönüşecektir. Wells, aklın ve bilimin dünyayı daha mamur, yaşanabilir bir yer yapabileceğine inanır. Ama öte yandan bilir ki insanoğlu, tekniğin muazzam gücüyle dünyayı yerle bir edebilir; okurlarını bu ihtimale karşı uyarır sürekli Wells. Doktor Moreau’nun Adası ve Görünmez Adam bilim kurguda çılgın bilim adamı olarak bildiğimiz figürün iki güçlü ve unutulmaz örneğidirler. Görünmez Adam’ın kahramanı Dr. Griffin’in icadı hem kendinin hem de yakınındaki insanların felaketi olacaktır. Görünmez Adam zamanla sinemanın korku ikonlarından birine de dönüşecektir. Doktor Moreau’ysa hayvanlar üzerinde korkunç deneyler yapan çılgın bir bilim insanıdır. Wells, Doktor Moreau’nun Adası’nda sadece basit bir korku hikâyesi anlatmaz, aynı zamanda insanın diğer varlıklarla kurduğu hiyerarşik ilişkiye dair sarsıcı sorular sorar.
Verne’den farklı olarak öngördüğü tankların, savaş uçaklarının, atom bombasının yaşarken kurgu olmaktan çıktığına şahit olur Wells. Sorumlu bir entelektüel olarak dünya barışına katkı sağlamak için siyasi liderlerle görüşür. Sadece korkulu kurgular üretmez, ütopyalar da tasarlar. Senaryosunu yazdığı 1936 tarihli “Things To Come” filminde savaşın yıkıp yaktığı bir dünyayı, kıyametten sonra barbarlığa dönen insanlığı ve bilim insanlarının yeniden kurduğu medeniyetin uzaya açılan kahramanlarını anlatır. Çünkü insanlığın umuda ihtiyacı vardır.