“Her renge boyan da renk verme.” diyerek başlar Öteki Renkler’in önsözüne Orhan Pamuk, Şeyh Galip dizeleriyle. Birkaç sayfa ve birkaç itiraf sonrasındaysa romancı kimliğine katıştırmadığı ve hatta yadsıdığı bir üslubu burada kullanacağını: ‘renk vereceğini’ yazar. Abdülmecid Efendi’nin süregelen hanedan geleneğindeki özgül ağırlığı, —elbette tarihsel ve dışsal koşullar hatta belki biraz da mizaç dolayısıyla süreç onun için farklı işlemiştir ama bu saiklerden ilerleyen paragraflarda bahsedeceğiz.— renk vermeden kapsayabildiği çok renkliliği olmuştur. Babası Abzulaziz’in hal edilmesi, ardından sıkı bir gözetim altında ve çoğunlukla iç mekânlarda geçirdiği uzun bir Abdulhamid Dönemi, jurnallenen mektupları ve Avrupa basınında da sık sık karşılık bulan “hürriyetperver prens” unvanları bağlamında Abdülmecid Efendi, oldukça marjinal bir isim olarak karşımıza çıkar. 1900’lere damgasını vuran tüm ressam, sanatkâr ve –en azından— saray çevresindeki yazarlarla yakın dostluğu; Viyana, Paris ve çeşitli Avrupa şehirlerinde açılan sergileri ve fahri başkanlığını yaptığı Hilal-i Ahmer Cemiyeti, Galatasaray Sergileri ise Abdülmecid Efendi’nin salt siyasi veya politik bağlamda algılanabilecek bir isimden çok ötede olduğunu yüzümüze çarpar.
Sakıp Sabancı Müzesi’nin küratörlüğünü Nazan Ölçer’in yaptığı “Şehzade’nin Sıra Dışı Dünyası: Abdülmecid Efendi” sergisi 21 Aralık 2021-28 Ağustos 2022 tarihlerinde; bir meşrutiyet prensi, bir ressam, hat, müzik ve edebiyat ile alakadar, pek çok sanatçının ve kurumun da hamiliğini üstlenmiş Abdülmecid Efendi’nin elli yılını şehzade, dört senesini veliaht, on altı ayını halife ve son yirmi yılını sürgün geçiren hayatını görsel bir deneyim olarak izleyiciye yaşatıyor. Müzeyi gezenlerin ve gezeceklerin de derinden hissedebilecekleri, Doğu ile Batı, gelenek ile modernite arası sıkışmışlığın buhranlı bir tezahürü yerine Abdülmecid Efendi, belki de 20. yüzyıl Türk aydının basmakalıplaşan söylemi: Geleneğe bağlı ve Batı’ya açık bir münevverliği kendine içkin olarak harmanlıyor ve deneyimliyor.
Tarihsel Konumu Bağlamında Abdülmecid Efendi:
Abdülmecid Efendi’nin içinde doğduğu dünyanın algılanmasında; Sanayi Devrimi, kolonileşme ve Avrupa içi gergin fay hatlarındaki değişimin ötesinde Osmanlı hanedanının konumlandığı pozisyon açısından sürekli ivmelenen ve pek de kontrol edilemeyen hızlı değişimi anlamak da önemlidir. 1867’de 3. Napolyon’un Paris Dünya Fuarı davetini kabul eden Sultan Abzülaziz’in Avrupa gezisi, bir Osmanlı sultanının diplomatik amaçlarla gerçekleştirdiği ilk yolculuktur. Bu seyahatin sene-i devriyesi dolmadan, şehzade Abdülmecid Efendi sultan Abdülaziz’in saltanatı sırasında doğan ilk oğlu olarak 1 Haziran’da gözlerini açar. Yıldız’daki Şehzadegan Mektebi’nde çok yönlü bir eğitim alır.
Sultan Abdülaziz, 1876 darbesinde “milleti ve malı tahrip ve israf ettiği” gerekçesiyle tahttan indirilip o dönemde intihar ilan edilen, çok sonraları adı cinayet konan bir şekilde öldürülür ve Abdülmecid Efendi, yaşamı süresince bu ölümü sinesinde açık bir yara olarak muhafaza eder —bunu abartılı bir melodram gibi algılayanlar, son dönem mektuplarında dahi babasının vefatından nasıl bahsettiğini okuyabilirler.— Babasının ölümü sırasında henüz sekizinde olan Abdülmecid Efendi, 93 günlük iktidarı sağlığı gerekçeleriyle bıraktırılan V. Murad sonrasında hayatının uzun yıllarını II. Abdülhamid sultanlığında geçirir.
Fransızcayı babasının açtığı Mekteb-i Sultani’nin hocalarından, Almanca ve tarihi Rodeh’ten, edebiyat, cebir ve kimyayı Mahmud Sadık Bey’den, Arapça ve Farsçayı ise Ömer Rıza ve Nevret Usta’dan öğrenir.
Osman Hamdi Bey ve Valeri’den resim dersleri alır, sanatla iç içe bir hayat kurar. 1898’de, devrin siyasi ve kültürel olaylarını takip için gizlice getirttiği yasaklı gazetelerin Abdülhamid’e jurnali üzerine II. Meşrutiyet’in ilanına kadar 10 sene göz hapsindedir. Oğlu Ömer Faruk Efendi, Viyana’ya gidişiyle yurt dışında eğitim alan ilk Osmanlı şehzadesi olur. 1916’da Abdülmecid, Finten’in ilk gösterimi üzerine bir ziyafet düzenler ve paralel tarihlerde abisinin intiharıyla ikinci veliahtlığa yükselir. İttihat ve Terakki’nin kendisini 1. Veliaht yapma arzusunu gelenek nedeniyle reddeder.
12 Haziran 1919 tarihli, Abdülmecid’in Vahideddin’e gönderdiği uyarı mahiyetli ültimatom mektubu, resmî tarih bağlamında hiç anlatılmaması yönünden de ilginç bir belgedir: Belgede şartların Osmanlı için ölüm fermanı olduğunu belirtir. Oğlu Ömer Faruk Efendi, 1921’de Millî Mücadele’ye katılmak ister ancak bu istek millî kamuoyunun ikiliğe sürüklenmemesi adına Mustafa Kemal tarafından reddedilir. 1922’de saltanatın kaldırılmasının ardından, meclis tarafından seçilen ilk halife olur ve İslam âlemine yayımladığı beyannameyle meclise teşekkürlerini sunar.
Süreç, Abdülmecid Efendi’nin tüm dikkatine ve kırmızı alanlara basmamaya gösterdiği özene rağmen, kurulduğu gibi gitmez ve selamlığı, bütçesi gündemden düşmez. Abdülmecid Efendi 4 Mart 1924’te İstanbul’dan ayrılmak zorunda kalır ve yirmi yıllık sürgünlüğü başlar. 1954’deki vefatından sonra, Türkiye’ye gömülme isteği reddedildiği için Medine’ye gömülür ve ismi üç iktidar gören —mutlakiyet, meşrutiyet, cumhuriyet— siyasi iktidarı olmayan ilk halife olarak kalır.
Sanatı Bağlamında Abdülmecid Efendi:
Cami Kapısı
Tarihî resimler, hayvanlar, manzaralar ve portreleri yoğun olarak resmetse de mimari yapıları nadir olarak ele almıştır Abdülmecid Efendi. Hem bu sebepten hem de karşılaştığınızda sizi hiç es vermeden içine çeken bir canlılığı olması hasebiyle Sabancı’da sergilenen “Cami Kapısı” nadir örneklerden biridir. “Ey tüm kapıları açan Allah’ım bize hayır kapılarını aç” anlamındaki Arapça levha, Osman Hamdi’nin mabed tablolarını anımsatır. Müzedeki açıklamadan ve x-ray methoduyla yaptıkları analizden anlaşılacağı üzere, mekân konumu belirlenememiş ama Endülüs camilerine benzetilmiş yani İslam eserlerini inceleyip resmettiği düşünülmüş aynı zamanda sonrasında memnun kalmayıp boya katmanlarıyla örttüğü kavuklu bir adam izdüşümü tespit edilmiştir.
Haremde Beethoven
Haremde Beethoven, iç mekân tasvirlerinde Osman Hamdi ile benzetilen veya harem betimlemelerinde hâlihazırda var olan geniş bir külliyat üzerine çizim yapan birinin tablosu esintisini vermez. Şehzadenin günlük ve pratik hayatını Batılı referanslarla okuyabildiğimiz, saray mensuplarının sanat müzik edebiyat ve heykele duyduğu iştiyakın birinci elden tasviri olarak karşımıza çıkar.
Bir benzerini Haremde Goethe tablosunda da gördüğümüz, haremin dinamizmini ve çağdaki konumlanmasını içeriden veren bir örnektir aynı zamanda. Genel itibarıyla resimleriyle tanınsa da, şehzadeliği süresince usta hattatlardan aldığı dersler olmasa da güzel yazısı dikkat çekici olan Abdülmecid’in asılı tek levhası Fatih Camii’ndedir —Fatih Camii ise fetihten sonra yapılan ilk camii olması hasebiyle dikkat çekicidir.
Dostlukları Bağlamında Abdülmecid Efendi:
Pierre Loti
İsmi Eyüp’teki tepesiyle veyahut kulağa şefkatli bir fısıltı gibi gelen oryantalizmiyle özdeşleşen Pierre Loti, 1876-1913 tarihleri arasında içinde sekiz seyahat gerçekleştirdiği Fransız Deniz Kuvvetleri komutanlarından biridir. 1910 senesinde Abdülmecid Efendi ile tanışırlar ve bir ay sonrası itibarıyla mektuplaşmaya başlarlar. Abdülmecid’in mektuplarından buram buram süzülen hüzün ve melankoli, ‘sevgili kumandan ve üstat’ hitapları, bu dostluğun yakınlığı ve samimiyeti hakkında şeksiz bir tablo çizer. 18 Ağustos 1912 tarihli bir alıntı:
“Bu asla ulaşamadığım İstanbul kendini daima penceremin ötesinde sunar. Bu pencere ki, çok eskiden hafızamdan silinmiş bir günde, çok sevgili babam Sultan Abdülaziz’in katillerinin giriş noktası olmuştu.’’
I. Dünya Savaşı’ndan sonra değişen dengeler karşısında dahi ne Loti, Osmanlı İmparatorluğu’nu savunmayı bırakır ne de Abdülmecid Efendi, arkadaşının eserlerini… Kurulmasına ön ayak olduğu Pierre Loti Cemiyeti, 1920’de İstanbul Üniversitesi’nde düzenlenen Pierre Loti’ye saygı törenine bizatihi gidişi, bu yakınlığın siyasi olarak sakıncalı görülmesi ve biteviye engellenmeye çalışılmasına rağmen başka başka çarelerle iletişimde kalışları da bu karşılıklığı hayranlığı özetler.
Tevfik Fikret
1902 Şubat ayında bir kış günü şehre çöken sisi Aşiyan’daki evinden izleyen Fikret’in, boğucu sisi II. Abdülhamid Dönemi otoriterliğini betimlemek ve eleştirmek için kullanarak yazdığı ‘Sis’ şiiri Tanin’de 1908’de yayımlanır. Osmanlı hanedanının bir bireyi olarak konumlanmak yerine, Abdülmecid Efendi, bir sis tablosu yapar ve “Muhibbi Muazzezim Tevfik Bey’e” imzasıyla şaire hediye eder.