“İstanbul Efendilerinin Son Temsilcisi” Gizli Kalmış Bir Kahraman Nuri Arlasez

Ercan Yılmaz

“Yabancılarla münasebetlerimde her zaman mensup olduğum kültürü temsil etmeye çalıştım. Dünyanın neresine giderseniz gidin, eğer büyük bir kültürün temsilcisi olarak gidiyorsanız, bütün kapılar açılır önünüzde. 

Bizimkiler, hep “Ben de sizdenim!” diye gidiyorlar. Kimse adam yerine koymuyor onları tabii. Türkiye’ye gelen birçok kültürlü yabancı beni arayıp buluyorsa, kaşıma gözüme hayran oldukları için değil, kültürümü temsil edebildiğim içindir.”

1-Uzun boyu, papyonu, jilet gibi takım elbisesi ve fit vücuduyla Batılı bir aristokratı andıran, yaptığı fedakârlık ve çalışmalarla kültür ve medeniyetimize büyük hizmetler sunan, adı gizli kalmış bir kahraman… Nuri Arlasez… Çöplerden, hurdacılardan, sahaflardan, mezatlardan topladığı eserlerle, tek başına tarihimizi kurtarmaya çalışan adam…

1910 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiş. Galatasaray’da okumuş, babası ünlü ceza avukatlarından Hüsnü Selim Bey’in ısrarı üzerine Hukuk Fakültesi’ne yazılmış. Çok zaman, az para istediğinden, Hukuk’tan ayrılmış, evlenmemiş, ablasıyla birlikte Şişli’deki on dört odalı evin ısıtabildiği tek odasında el yazmaları, fermanlar, vakfiyeler, levhalar, işlemeler toplamış. 

Soyadı Kanunu çıkınca, dayızâdesi tarafından bu iki özelliğini ifade etmesi için,  sanat anlamına gelen ‘Ar’la sezmek fiilinden ‘Sez’ birleştirilerek “Arlasez” soyadını almış.

2- Doksan yıllık uzun ve bereketli ömrünü kültürümüze adamış, yemeyip içmeyip topladığı binlerce yazma kitap, vakfiye, ferman, levha ve işlemeyi yok olmaktan kurtarmış, sonunda hepsini -evi dâhil- milletine bağışlamış, anlaşılması zor mümtaz bir şahsiyet. 

Topkapı Sarayı ve Süleymaniye Kütüphanesi’ne, padişahlardan sonra en kıymetli koleksiyonu bağışlayan kişi olarak tarihe geçmiş.

Süleymaniye Kütüphanesi’ne tezhipli, minyatürlü yazmalarını, Kur’ân-ı Kerim’leri vermiş. İçinde paha biçilemeyen Osmanlı ve Selçuk dönemlerine ait çok önemli eserler bulunuyor. Topkapı Sarayı’na ise 15.-16. yüzyıla ait kumaşlar, kaftanlar, işlemler armağan etmiş.

3-  Nuri Arlasez, gönüllü olarak Türk kültürüne kendini adamasını şöyle anlatır: 

“Bir gün Beyazıt Meydanı’nda, bir yer sergisinde güzel bir yazı gördüm, alıp baktım, Sultan II. Bayezid’in vakfiyesi… Yazıyı inceleyince dehşete düştüm, çünkü bu Şeyh Hamdullah hattıydı. Misyonumu o gün fark ettim, nadanların elinden kurtarabildiğim kadarını kurtaracaktım. Yemek yemeyip mini minnacık bütçemle bunları satın almaya başladım. Şimdi bir tanesi bile insanı milyarder eder, düşünebiliyor musun? Kendi kendime dedim ki, ‘Bu bir emr-i hayr olacak, aç kalsan açıkta kalsan bile, zinhar satmak yok! Geçim başka yoldan. Böyle böyle, paha biçilemez cinsten sayısız eser topladım. Yazma kitaplar, fermanlar, vakfiyeler, hilyeler, levhalar, işlemeler…” 

4- İstanbul’un her geçen gün biraz daha yok olduğunu görünce, 1970’lerde bir fotoğraf makinesi alıp İstanbul’u köşe bucak fotoğraflamaya başlamış.  On binden fazla siyah beyaz fotoğraf çekmiş. Belge fotoğrafçılığının Türkiye’deki ilk ve en önemli temsilcilerinden biri olan Avusturyalı Othmar Pferschy’den işin tekniğini öğrenmiş. 

Merhum Ahmet Yüksel Özemre, Nuri Bey’in bir fotoğraf dehâsına sahip olduğunu, genellikle yıkılmaya yüz tutmuş konak, yalı, tekkeler, medrese, mezarlık gibi Osmanlı yadigârı eserlerin fotoğraflarını çektiğini söyler. 

Bu fotoğrafların her biri mücevher gibi kıymetlidir ve bugün IRCICA Arşivi’nde saklanmaktadır.

5- Yaşadığı çağın önemli bilim ve fikir adamları ile mektuplaşmaları ve dostlukları vardı. Dünyaca ünlü tarihçi Arnold Toynbee ve ünlü teorik fizikçi Heisenberg bunlardan sadece birkaçıdır. Hatta merhumun yakın dostu, meşhur İngiliz tarihçi Toynbee, Arlasez’i şöyle tarif eder:

 “Dünyaları ayakta tutan, her memlekette gizli kalmış bu gibi kahramanlardır. Bunların yüzü suyu hürmetine memleketler ayakta kalır. Öngörülü çalışmalarıyla sadece asgari şartlarda yaşamayı tercih edip kendini, kurtarabildiği kadarını kurtarmaya adamış bir adam Nuri Arlasez…”

6- Türkiye’de çok fazla tanınmayan Nuri Arlasez, Avrupa’da ve Amerika’da çok tanınıyordu. Yurt dışından gelenler önce onun yanına giderdi. Misafirlerini, Osmanlı Türklüğünün son temsilcileriyle tanıştırır, marifetlerini onlara da aksettirir ve kültürümüzü onlara yakından tanıtırdı. Kendisi bu durumu şöyle anlatır: 

“Öyle bir İstanbul’du ki, hangi yabancıyı gezdirmişsem, hayran olmuştur. Zaten İstanbul’a gelen birçok yabancı önce beni arayıp bulur. Türkiye’den çok, Avrupa ve Amerika’da tanındığımı söylesem belki de inanmazsınız. Hatta Joan Fleming adlı bir yazarın, konusu İstanbul’da geçen ‘When I Grow Rich’ isimli polisiye romanında benden ‘Filozof Nuri Bey’ diye söz edilmektedir. Bu roman 1967 senesinde best seller oldu, Türkçeye de çevrildi. Hatta bir ara film yapmayı bile düşündülerdi.”

 7- Nuri Arlasez, içinde bulunduğumuz çağda anlaşılması zor, fedakârlık âbidesi bir şahsiyettir. Ne kadar güç şartlarda medeniyetimizin bekçiliğini yaptığını, ne zorluklarla bu kıymetli eserleri yarınlara taşıdığını bizzat kendisi şöyle anlatır:

“Şişli’deki babadan kalma on dört odalı ahşap evde… Civardaki bütün evlere hırsız girmiştir, fakat benim evime bir kere bile uğramadı. Allah korudu onları, çünkü ona teslim olmuşum ben. Hayatta bir ablam vardı, Şişli’deki evin satılmasını istedi. Israrlı olunca mecbur kaldım. Sattık, hisseme düşen parayla Ortaköy’de iki daire satın aldım. Birinde koleksiyonlarımı muhafaza etmek, diğerinin de kirasıyla geçinmek için. Sonunda topladığım bütün ecdat yadigârı eserleri Süleymaniye Kütüphanesi ile Topkapı Sarayı Müzesi’ne bağışlamaya karar verdim. Bütün yazma kitaplarım, hilyelerim, fermanlarım, vakfiyelerim, levhalarım şimdi Süleymaniye’de. Bunun şimdiye kadar yapılan en büyük bağış olduğunu söylüyorlar. Üç odada ancak yarısı teşhir edilebiliyor. Eserler arasında, bir de bin iki yüz senelik, ceylan derisine kûfi hatla yazılmış bir Kur’ân-ı Kerim var. Verirken, ‘Yalnız bunu emanet olarak veriyorum!’ dedim. Doğrusu, bir an bu yaşlılık günlerimde kendimi güvencede hissetmedim. Sonra düşündüm, ‘Hani Nuri, teslimiyet nerede? Eğer böyle böyle yaparsan, teslimiyet iddian edebiyattan öteye geçemez!’ dedim kendi kendime. Ertesi gün gidip onu da bağışladım.”