Nurullah Genç, 1960 yılında Erzurum’un Horasan ilçesinde dünyaya geldi. Ortaokul 2. sınıftan itibaren çalışmaya başladı. Boyacılık, garsonluk, bulaşıkçılık yaptı. Ayakkabı boya fiyatını düşürdüğü ve kaliteyi de üst düzeyde tuttuğu için Horasan’daki kahvehanelerin aranan boyacısı oldu. Bu durumdan rahatsız olan diğer boyacılar piyasalarını bozan bu yeni boyacıyı bir kenarda kıstırıp darp etti. Boya sandığını kırıp dağıttılar ve küçük Nurullah’ı boyacılıktan vazgeçirdiler. 3. sınıfta gece fırında çalıştı, gündüz okula gitti. Yakınları sınıfta kalacağını düşünürken, okul birincisi oldu; fırıncılığı öğrendi ve daha sonra üniversiteyi bitirene kadar her yaz fırında çalıştı.
Parasız yatılı sınavlarına girdi. Sonuç belgesi gelmediği için kazanıp kazanamadığını bilemiyordu. Babası, ahırındaki 10 koyundan sekizini satarak onu paralı yatılıya kaydettirdi ve böylece Erzurum İmam Hatip Lisesi’ndeki okul yılları başlamış oldu. Lise yılları boyunca derslerin dışında çok sayıda kitap okudu. Şiir çalışmaları yaptı ve ödüller aldı. Her yıl takdirname aldı ve 1978-1979 eğitim-öğretim yılı sonunda Erzurum İmam Hatip Lisesi’ni birinci olarak bitirdi.
Boyacılıktan kazandığı paralarla 10 tane koyun alıp köyüne, babasının ahırına götürdü ve lise süreci böylece tamamlanmış oldu. O yıl yapılan üniversite sınavları sonucunda Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ni kazandı ve okul hayatına orada devam etti.
İşten geç çıkıp yetişemediği için kapısı kapanan yurtlara giremediği zamanlar, daha sonra “Siyah Gözlerine Beni de Götür” şiirinin yazılacağı Erzurum tren garında, bankların üzerinde uyudu. Üniversite yıllarında şiirleri edebiyat dergilerinde yayınlanmaya başladı. Aylık derginin daimî kadrosunda yer aldı. Bir grup arkadaşıyla birlikte Genç Kuşak dergisini çıkardı ve orada şiirleri yayınlandı.
1983 yılında fakülteyi bitirdi. 1984 yılında aynı fakülteye araştırma görevlisi olarak girdi. Yönetim ve Organizasyon alanında yüksek lisans yaptı. İki yıl doktora programı açılmasını bekledi. 1990’da doktor, 1995’te doçent, 2001 yılında profesör oldu. 2003 yılında Kocaeli Üniversitesi’ne geçti ve orada yedi yıl çalıştı. 2010 yılında emekli oldu ve İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde çalışmaya başladı. Bölüm başkanlığı ve dekanlık görevlerinde bulundu. 31 Aralık 2012 de Sermaye Piyasası Kurulu’na Üye olarak atandı. 1 Mayıs 2015 tarihinde Merkez Bankası Meclis Üyesi olarak göreve başladı. Hâlen bu görevini sürdürmekte.
Bu güzel insanın bir konferansından kesiti sizlerle paylaşıyoruz:
Sezai Karakoç’un ne güzeldir o mısrası. Diyor ki; “Biz koşu bittikten sonra da koşan atlarız.” Ömrümce başarıyı böyle tanımlamakla geçti zaman. Başarı günübirlik hedeflere, sıradan hedeflere kavuşmak değildir. Başarı, emekli olmak için çalışmak değildir. Başarı insan dünyadan gittikten sonra da onu temsil edebilecek eserler bırakabilmektir. Eğer siz bu dünyadan ayrıldıktan sonra unutulacaklar listesine giriyorsanız esameniz okunmayacaksa bir başarınız yok demektir.
Yeniçerilerle ilgili bir kavramdır esame. Esame defteri de yeniçerilerin isimlerinin olduğu defterin adıdır. Biz aslında yıllardır inandığımız davanın yeniçeriliğini yapmaya çalışıyoruz. Belki bir gün gideceğiz bu dünyadan ismimiz defterden silinecek. Mühim olan ismimiz silindikten sonra ismimizi taşıyacak bir şeyler bırakabilecek miyiz? Başarıyı böyle düşünün. Her biriniz için böyle. Ben bu dünyada yoksam benden ne kalacak insanlara. Benden memleketime, milletime, çevreme, aileme ne kalacak? Mesela benden bir ilim kalacak mı sonrasında insanlara faydalı olabilecek? Sadaka-i cariyem olacak mı? Sevap defterim devam edecek mi benden kalan bir ilimle? Benden güzel evlatlar kalacak mı çok güzel işler yapabilecek? Büyük başarıdır. Bir insanın kendinden sonraya güzel işler yapabilecek evlatlar bırakması önemli başarıdır. Benden sonra vakfedebileceğim insanlara faydalı bir mal kalacak mı mesela? Standart, en alt düzey başarıdan söz ediyorum. Bu kadarı bile yoksa bir insan çok başarısız demektir. Yani şunlardan herhangi biri kalmıyorsa kendinden sonraya o insan gerçek mânâda başarısız demektir. Bir ilim yok, faydalı bir mal yok, hayırlı evlatlar yok, peki niye yaşadı ve niye gitti bu dünyadan o insan? O zaman o insanın yaşayıp ölmesiyle sokaktaki kedinin yaşayıp ölmesinin farkı neydi ya da bilmediğimiz bir dağda bir tavşanın ölümüyle? Bunların üçünden hiçbir şey bırakamayan adamın ölümü arasındaki fark neydi?
Bugün İslâm dünyasının en temel problemlerinden birisi budur. Her Müslüman günübirlik geçimini sağlamak için elde edeceği gelir hesabı içerisinde. Okuma, ilim, irfan son derece zayıflamış durumda. Bugün benim ülkemde bile her 10 kişiden sadece 1 tanesi bilinçli okuyor. Bu kadar zayıf yüz binlerce milyonlarca insan kitap okumaktan öte yaşıyorlar. Okumayan insan nasıl başarılı olabilir ki? Okumayan insan nasıl ilim bırakabilir ki? Okumayan insan bir çocuğu nasıl bilinçli yetiştirebilir ki? Okumayan insan nasıl kazanıp bir malı bırakabilir ki? Zaten Türkiye’nin tarihine baksanız yetecek. Şu son 100 yıla 200 yıla.