İki Müzisyen Kız
“Pera Müzesi’nin Sevgi ve Erdoğan Gönül Galerisi’nde Osman Hamdi Bey’e ayrılan bölümde, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Oryantalist Resim Koleksiyonu’nda yer alan yapıtlarıyla, tutkunu olduğu resim sanatıyla ilişkisinin farklı yönlerini sergileyen örnekler sunuyor.’’
30 Aralık 1842’de İstanbul’da doğan, Sadrazam İbrâhim Edhem Paşa’nın oğlu, Halil Edhem ile İsmâil Galib’in ağabeyi olan birinden bahsedeceğiz. Hukuk tahsili için Paris’e gönderilen, hukuk tahsil ederken bir yandan da Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda resim dersleri alan, arkeolojiyle ilgilenen, çok yönlülüğünü anlatsak da bitiremeyeceğimiz vakıa yalnızca kronolojik olarak aktarabileceğimiz birinden… Dönemin ünlü ressamlarından Jean-Leon Gérôme ve Boulanger’in atölyelerinde çalışan, senelerce Paris’te kalan, çeşitli Balkan ülkelerindeki sergilere aktif katılım sağlayan, bir yandan Ahmet Mithat’a Batı kültürü üzerine mülahazalarını anlatacak, daire müdürlüklerinde senelerce politikayla dirsek temasında kalacak bir yandan da resimden başka güvenli alan tanımayacak birinden. 1881’de müze müdürlüğüne getirilmesiyle Türk müzeciliğinde yeni bir dönem başlatan, Müze-i Hümâyun’u İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne dönüştüren birinden. 1884’te eski eserlerin devlet malı olması ve yurt dışına götürülmemesi esasına dayanan yeni sâr-ı Atîka Nizamnâmesi’ni çıkararak uygulamaya koyup, Türkiye’de yürürlükteki tek eski eser yasası olarak 1973’e kadar önemini koruyan bu nizamnâmeyle British Museum’daki Mısır coğrafyasına dönüşmekten bizi son anda kurtarması da cabası… Aynı zamanda ilk Türk arkeoloğu olarak bildiğimiz: Nemrud Dağı, Sayda, Lagina, Tralles (Aydın), Alabanda, Rakka, Boğazköy, Alacahöyük, Akalan, Langaza, Sakçagözü, Sidamara, Bozüyük, Rodos, Taşoz (Bozcaada), Yortan, Notion, Kade, Gorikos, Tedmür, Mahmudiye (Spara) kazılarını yaptıran kişidir kendileri.
Pera Müzesi’nde sergilenen resimlerinden bahis açacağımız Osman Hamdi, hocası Gerome’un etkisinde kaldı ve oryantalist tarzda resimler yaptı. Onu diğer oryantalistlerden ayıran ise Türk sanatının inceliklerini tablolarına yansıtması oldu, bunu da mimari dekorlar ve mekânsal atmosferler bağlamında seyirciye vermeyi tercih etti. “Türbe ve cami kapıları, bunların üzerindeki yazıtlar, ağaç ve taş işlemeleri, duvarlardaki çini süslemeler, hatlar, parlak kumaşlar, sedef kakmalı, fildişi ve kemikten yapılmış mobilyalar, buhurdanlıklar, şamdanlar, yağlıklar, miğferler, kılıçlar ve silâhları büyük bir gözlem sonucu doğru bir çizgide ve titiz bir teknikte resmetti. Kadın konusunu Türk resminde ilk ele alan kişi oldu ve kadını yalnızca portre olarak değil aynı zamanda günlük yaşamın içinde erkeğe eşit bir konumda resmetti.’’ (TDV İslâm Ansiklopedisi).
Fransa, Viyana ve birçok Avrupa ülkesinden başka Pera Müzesi’nde; son Osmanlılardan ve ilk Cumhuriyet adamlarından belki de en çok yönlüsünün resimlerini gezmeniz ve Osman Hamdi sergisini görmeniz mümkün.
Kahvenin Yolculuğu
Kahveyi ilk olarak işleyip içmeye başlayan Yemen’deki Sûfî tarîkatının ardından 1470’li yıllarda Aden’de, 1510’da Kahire’de 1511’de Mekke’de görülmüş. Kanûnî döneminde Yemen Valisi Özdemir Paşa’nın Yemen’de içtiği ve çok sevdiği kahveyi İstanbul’a getirmesiyle kahve, kısa zamanda itibarlı bir içecek olarak saray mutfağında yerini almış ve büyük ilgi görmüş. Saray görevleri arasına “kahvecibaşı” adında bir de rütbe eklenişi, Osmanlı tarihinde kahvecibaşılıktan sadrazamlığa yükselenlere rastlanışı en büyük örneği olarak gösterilebilir. 1544 yılında İstanbul’da Tahtakale’de iki Suriyeli Arap ilk kahvehaneyi açtıklarında, kahvenin faydalı olup olmadığı tartışma konusu olmuştur. Kendinden önceki şeyhülislâmların aksine Bostanzâde Mehmet Efendi kahvenin haram olmadığını, hatta faydalı olduğuna dair fetva vermiştir. Sonrasında kahve, hem sarayın hem halkın vazgeçilmez keyfine dönüşmüştür.
Kütahya Çini ve Seramik Sanatı
Bir “saray sanatı” olarak nitelendirilebilecek İznik çiniciliğiyle, bir “halk sanatı” sayılan Çanakkale çiniciliği arasında bir çizgide, bir “kent sanatı” olarak gelişen Kütahya çiniciliği, gerek mimari dekorasyon malzemesi, gerekse gündelik kullanım eşyası üretiminde çok zengin bir ürün yelpazesine ulaşmış ve yaygınlığıyla olduğu kadar sürekliliğiyle de Osmanlı sanatı mozaiğini oluşturan en önemli parçalardan biri olmuştur. Kütahya desenlerinin özgür tavrı fırçanın hem boyada hem de tahrirde son derece rahat kullanımı Kütahya’yı İznik’ten ayıran en önemli özelliğidir. Özellikle sarı renk ve kiremit kırmızısı sadece Kütahya çinilerinde görülür. Kütahya’daki birçok form çeşitliliği, aslında halkın isteklerine bağlıdır. Seramiklerin yüzeylerine yansıyan bu duygular form çeşitliliği yanında kahve kültürüne bağlı olarak fincanları da Kütahya’nın en önemli formlarından biri hâline getirmiştir (Geçmişten Günümüze Kütahya Çini Sanatı Üzerine Değerlendirme ve Öneriler, İdil Dergisi).
Osmanlı Dönemi’nde İznik’ten sonra en önemli seramik üretim merkezi olan, Frig, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde de yoğun biçimde seramik üretimine sahne olan Kütahya, bu sanatı geleneksel yöntemleriyle günümüze dek yaşatmış bir kenttir. 17. ve 18. yüzyıllarda en yetkin örneklerini veren, daha sonra üretim ve çeşitliliğin azalmasıyla gerileyen Kütahya çiniciliği, 19. yüzyıl sonlarında yeniden canlanmış, İznik ve Çanakkale çiniciliği arasında bir çizgide “kent sanatı” olarak, zengin ürün yelpazesi ve sürekliliğiyle Osmanlı sanat mozaiğinin önemli parçaları arasında yer almıştır.
‘’Sihirli Meyve olarak Etiyopya’da keşfedilen ve 15. yüzyılda Yemen’den Osmanlı topraklarına ulaşan kahve, kısa zamanda yaygınlaşmış, itibarlı bir içecek olarak sarayda ve zengin evlerinde yerini almış, etrafında ritüeller şekillenmeye başlamış ve sosyal hayatın gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kütahya Çini ve Seramikleri Koleksiyonu’ndan yapılan bu seçki, kahve etrafında şekillenen çeşitli rutinleri, ritüelleri, ilişkileri ve kamusal alan, toplumsal rol, ekonomi gibi modernizmle bağdaştırılan kavramları, kahve kültürü ve bu kültürün gelişmesine katkıda bulunan Kütahya seramik üretimi ekseninde inceliyor.’’