ONLINE Sinema Eğitimi’ni ekibin içinden Serhat Karakaş, Vefa Köseoğlu, Dilan Ekin ve Yasemin Kelkit’ten dinledik.
Öncelikle soralım; Neden sinema?
S. K.: Neden sinema aslında zor bir soru. Genellikle sinema okullarına, atölyelere girişte mülakatlarda hep bunu sorarlar. Ben de dâhil çoğumuzun cevabı “sevdiğimiz için” olacaktır. Fakat mülakatta bu cevabı verirseniz elenirsiniz :)) Temelde sevgi var tabii ki. Sevgi olmasa bu kadar acıya değer mi orası ayrı. Bu temel üzerine diğer nedenleri kat olarak çıkıyoruz diyebiliriz. Sevmek bi noktadan sonra yetmiyor; üretime geçmek, insanlara dokunmak istiyorsunuz. Bir arayışa çıkıyorsunuz ve karşınıza OSE çıkıyor 🙂 Yani OSE hayallerinize kavuşturur.
Müzisyenler kendilerini müzikleriyle ifade ettiklerini söylerler. Sinema da bir ifade şekli mi? OSE’de gençler bu yüzden mi varlar?
Tabii ki. İnsan bu ifade edişi kendi başına değil de kendi ruhuna eş değer insanlarla birlikte yapmak istiyor. Hangi sanatçı olursa olsun ürettiği eserde kendinden bir parça barındırır. Bir yönetmen, bir sinemacı da ruhuna yakın bulduğu insanlarla bunu yapmak istiyor.
V. K.: Bu soru her sinemacının karşılaştığı bir soru sanırım. Neden sinema? Çünkü sinemanın sosyal medyadan sonra en güçlü medya aracı olduğunu düşünüyorum. Eski saygınlığını biraz da olsa yitirmiş olabilir ama sinemasız bir medya düşünmek epey zor. Güçlü bir iletişim ve algı yönetim aracı. Ben ise şahsen film izlemeyi rüya görmek veya hayal kurmak olarak değerlendiriyorum. Benim hülyalarımı başkalarının da görmesi için sinema.
Y. K.: Soruyu ilk duyunca zihnim bunu “Neden Sinema Değil”e çevirdi. Aslında bu da sinemanın içinde barındırdığı bir şey. Temelde bir soru var ve bunun peşinden giderken ortaya çıkardığımız ürün sinema oluyor. Birçok sanat dalını da içinde barındırıyor. Örneğin kurguya gittiğinde filmin ruhunu nasıl yansıtabiliriz, sorusuyla bir müzik arayışına giriyorsunuz. Serhat’ın da dediği gibi mesele insanlara dokunabilmek. Bir derdimiz var ve Sinema da ortak derdi olan insanları birleştirici bir etmen. OSE de bu amaç doğrultusunda bizi bir araya getirip gerekli motivasyonu sağlıyor. 🙂
D. E.: Açıkçası benim bir nedene ihtiyacım yok. Ben inşaat mühendisiyim ve bir süre sonra o demirlerin, betonların soğukluğu ruhunuza işleyebiliyor. Ruhunuzu ehlileştirmek için bir yer arıyorsunuz. Bu yüzden birçok mühendisin bir sanat dalıyla uğraştığını görürsünüz. Bana da sinema iyi geldi diyebilirim. OSE’nin senaryo ekibinde akademik olarak bir yerlere gelmiş, 3-4 yazılı eseri bulunan bir arkadaşımız vardı. Bu soruya şöyle cevap vermişti: “Bugüne kadar aldığım kurslar hep belirli zorundalıkların ürünleriydi. Ama bu eğitimi kendime hediye etmek istedim.” Bu çok güzel bir şey, size iyi gelen bir şeyi kendinize hediye etmek. 🙂
Ekibiniz çok enerjik. Hep böyle misiniz, moralinizin düştüğü anlar oluyor mu?
S. K.: Hiç olur mu öyle şey ya ekibimiz güldür, çiçektir diye girmek isterim ama tabii ki oluyor. Özellikle setlerde oluyor ama ben hatırlıyorum ki düştüğümüz yerden aynı şekilde kalkamadığımız olmamıştır. Bu konuda Abdülhamit Hoca’nın emeği büyük. Onun başımızda olmasının bir rahatlığı da var. Sıkıntılar oluyor evet ama önemli olan nasıl bittiği. Sonu güzel olsun bize yeter. 🙂
V. K.: Bana sorarsanız ben OSE ekibini hiç moralsiz görmedim, hep enerjiktik. Elbette moral bozucu şeyler yaşamışızdır ama her zaman kendimizi cesaretlendirip devam etmemizi sağlayacak bir şeyler buluyoruz.
D. E.: Herhangi bir aksilik olunca tabii ki düştüğümüz zamanlar oluyor ama OSE ailesinin bir ferdi size el veriyor ve kalkabiliyorsunuz. Ekipçe bunların üstesinden geliyoruz.
Y. K.: Biz OSE’nin ilk ekibiyiz ve ilk setimize çıktığımız zaman bize dışarıdan destek olan arkadaşlarımız şaşırmıştı. Ekipçe yeni tanışıyorduk ama herkes işine sımsıkı sarılıyordu; yani o düşme ihtimalimizi en aza indirmiş oluyorduk.
Yağmur, rüzgâr gibi hava şartları altında geçen bir set gününü nasıl kurtarıyorsunuz?
V. K.: Ben hiç sette bulunamadım henüz.
S. K.: Kademenin ilk filmi için sette olduğumuz bir gündü. Açık havadayız; çayır çimen, inekler falan var etrafta. Bir baloncu sahnemiz vardı ve sahnede balonun ipini keserek uçuruyoruz. Balon sınırlı sayıda olduğu için tutmamız gerekiyordu ve bu görevi ben üstlendim. Hava çok rüzgârlı, balon da Ronaldo’nun frikiği gibi geliyor tutmanızın imkânı yok. Heidi’nin Alplerden yuvarlanışı gibi tezeklerin içine bata çıka balonu kurtarmaya çalışıyordum. Az pantolon yırtmadık yani sette. Günü böyle kurtarıyoruz. 🙂 Bunların hepsi tecrübe.
D. E.: Bu tarz zor günlerin yaşanması gerekiyor aslında. Hem tecrübe kazanıyorsunuz hem de kriz yönetimi öğreniyorsunuz. Böyle anlarda soğukkanlılığı korumak önemli.
Abdülhamit Hoca’nın sinirlendiğinde söylediği bir söz?
S. K.: Ben Abdülhamit Hoca’nın sinirini iki kademeye ayırıyorum: Birincide tatlı sert şekilde “Vay arkadaş ya” diye çıkarsa öğrenciler bi toparlanıyor. İkinci kademede “Ya Arkadaş!!” der, oturuyorsa ayaklanır. Sorun varsa çözülmesini ister. Üçüncü kademeyi henüz görmedik ama umarız ki görmeyiz :))
V. K.: Abdülhamit Hoca’yı hiç sinirli görmedim açıkçası, gül gibi adam yahu!
Y. K.: Bi sorunu çözemediğimiz ve bunu ifade ettiğimiz zaman “Öyle bir şey yook” diye karşılık verir. Çünkü Abdülhamit Hoca için çözülemez sorun olmamalı. 🙂
Mekâna ve mesafeye başkaldırdık diyorsunuz, nereden çıktı bu?
D. E.: Biz farklı illerde ve ülkelerde bulunan arkadaşlar olarak bu sözün var olmuş hâli gibiyiz bir noktada. İnsanın bir amacı olduğu zaman; mekân onun için bir şey ifade etmemeli. Dört duvar içinde eğitim almanıza gerek yok. İnternet çağının çok da ötesinde olduğumuz bir zaman dilimindeyiz ve ortak hedeflerimiz doğrultusunda aynı yolda yürüyebiliyoruz.
V. K.: Tam olarak nasıl söyleniyorsa anlamı da o. Pandemi döneminde ve sonrasında yaptıkları derslerle Türkiye’nin her yerinden sinemacılara ulaşıp onları bu çatının altında toplamayı başardılar. Ayrıca benim gibi sette bulunamayanlara bile setin nasıl olduğu fikrini kazandırdılar.
Y. K.: Bu başkaldırı gerçekleştiğinde geriye işi yapmama gibi bir ihtimaliniz kalmıyor. Tüm engelleri ortadan kaldırmış oluyorsunuz çünkü. Tabii eğitim sonunda yüz yüze bir araya gelmek de farklı bir tecrübe.