Merhaba Yavuz Bey öncelikle nasılsınız? Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
İyiyim çok şükür. Yavuz Yiğit ben, Yeditepe Üniversitesi Uluslararası Ticaret Bölümü’nü bitirdim. Hayatımda hiç uluslararası ticaret yapmadım. Son on üç yıldır aktif olarak gençlik çalışmaları ile ilgileniyorum. Bir gençlik çalışmaları uzmanıyım denilebilir. Uzun yıllardır lise üniversite öğrencilerinin kapasitelerini ve yeteneklerini, entelektüel ve pratik anlamda geliştirecek çalışmalar, organizasyonlar, etkinlikler yapıyorum. Bu alanda eğitimler veriyorum.
Dışarıdan şahit olduğumuz kadarıyla çok yoğun ve aktif bir hayatınız var. Birçok farklı projeye imza atıyorsunuz. Tüm bunları yaparken yorulduğunuz oluyor mu? Bu noktada yeniden enerjinizi kazanmak adına bir motivasyonunuz var mı?
Yok, bana çok saçma geliyor bu durumlar. Motivasyon için ne yapıyorsunuz? Sabahleyin kalkıyorum ve önce koşuyorum falan… Eğer bir şey için motive olmanız gerekiyorsa, o şey sizin için doğru şey olmayabilir. Mesela PlayStation oynamak için motive olmuyor çocuklar. Sabahleyin kalktıklarında motive olmam lazım gerek demiyorlar. Çok eğlenerek yaptığım çalışmalardan dolayı motivasyona ihtiyacım yok. Yaptığınız iş bedava da olsa yapacağınız bir iş ise buna gerek duymazsınız ki benim genelde öyle. Özellikle gençler bunu çok soruyorlar. Eğer bu soruyu sen soruyorsan sen bulamazsın, bence motivasyon kavramı öyle bir şey değildir. Yemek yemek için, PlayStation oynamak için, tatile gitmek için motive olmaz insan. Yapmak istediğin şeyi yapıyorsan o gün ya da okumak istediğin bölümü okuyorsan, motive olmana gerek kalmaz. Nerelerde ihtiyaç oluyor? Mesela üniversite sınavına hazırlanmak çok zor geliyor ve orada motivasyona ihtiyaç oluyor. Hayat amacınızı hayata geçiriyorsanız, motivasyona ihtiyacınız yok. Ben her sabah enerjik bir şekilde uyanırım.
Gençlerin aktif olması ve kendi yollarını belirlemeleri adına birbirinden farklı ama temelde aynı hedefi amaçlayan organizasyonlar düzenliyorsunuz. Gençlerle çalışmak nasıl, neden özellikle gençler?
Ben hayatta çok fazla şey denedim. Bir sürü farklı gruptan insanlarla organizasyonla alakalı işler gerçekleştirdim. Bir kere, en sevdiğim grup; lise ve üniversite öğrenci grubu. Çok eğlenceliler. Ortaokul öğrencileri kadar zor değiller, anlayabildiğimiz, anlatabildiğimiz bir kitle. Ortaokul ile disiplin meselesinde zorlanıyorsunuz ama lise ve üniversitede böyle bir şey olmuyor. Benim açımdan niye gençler sorusunun cevabı da bir şey değişecekse onlarla değişecek olması. Yaptığım çalışmanın katkısını ve verimini hemen görüyorum. Ortaokul ve ilkokul çalışmaları da çok değerli ama sonrasında hayatları değiştiğinden dolayı onlarla iletişimimi sürdüremiyorum. Ama bir lise, üniversite öğrencisi ile uzun yıllar çalışabiliyorsunuz. Sizinle vakit geçirebiliyorlar, başladığınız hikâye devam de edebiliyor ve çok etkisini görüyorum. Bir de iyi olduğum alan orası.
Fikri olan gençler desteklenmek istiyor ve bunu projeye dökmekte zorlanıyorlar. Bir projenin yazım süreci nasıl ilerler? Proje oluşturmak için temelde neye ihtiyaç vardır? Bu zamana kadar koordine ettiğiniz projelerde karşılaştığınız sorunların çözüm sürecini nasıl yönettiniz?
Bir markanın sloganı var çok sevdiğim “Just Do It” (Kalk ve yap). Yani, Samuel Beckett’in bir sözü var: “Hep denedin. Hep yenildin. Olsun. Yine dene. Yine yenil. Daha iyi yenil.” Bilgisayar oyunları gibi, onlarda sürekli deneme imkânın var. Bölüm sonu canavarını kırk kere geçmeye çalışıyorsun. Hayat da bir bilgisayar oyunu aslında. Oyun bölümünü geçmek için uğraşacaksın defalarca. Temel sıkıntı; Türkiye’nin biraz hata toleransı düşük. Bir genç bir hata yaptı ya da bir şirket kurdu, batırdı diyelim. Bütün aile etrafına toplanır ve yapmamasını söyler. Hata yapıldığında buna tepki yüksek olabiliyor. O yüzden gençler ikinci, üçüncüyü denerken zorlanıyorlar. Başarılı olanlar arsız olanlardır. Denemekten yılmayan, utanmayanlardır. Hata yapmaktan korkmayan ve çekinmeyen bir kitle bir şeyleri değiştirir.
Bizler okul hayatımız ile birlikte sivil toplum kuruluşlarında da yer almaya çalışıyoruz. Hâliyle her iki alanda da en yüksek verimi elde etme kaygımız var. Peki bu aradaki dengeyi nasıl kurabiliriz?
Bu kişiden kişiye çok değişir. Akademide başarılı olmak isteyen biri oraya yüklenir ve o akademiyi daha önemserken ben başka bir şeyi önemserim. Böyle bir denge sorunundan çok bir kimlik sorunu var. Yani size reçete veremem, bu yazıyı okuyan herkes vereceğim yanıttan tatmin olmaz. Kişisel gelişim kitapları genelde böyle yaparlar. Genelleştirir ve herkese bir cevap vermeye çalışır. Hayır! Rüveyda başka, Yavuz Yiğit başkadır. Benim denklemim, benim dünyam başka ve bana yönelik çözümler de başka. Aradaki denge kişi ile çok ilgili. Fakat unutulmaması gereken birkaç şey var. Bir aileniz varsa, onların hayatınızın merkezinde olmadığı bir denklemde başarılı ya da mutlu olamazsınız. Hayat ile iş dengenizi sağlamanız gerekiyor. Onun dışında, akademik başarılı ile dış aktiviteler birbirinden ayrı şeyler değiller. Müfredat dışı aktiviteler deniyor bu sosyal faaliyetlere, müfredat dışı aktivite diye bir şey yoktur, bu saçmalıktır. Kısacası sosyal aktiviteler akademik hayatın bir parçasıdır.
Sizin de üniversite yıllarında okul dışı hayatınız epey aktif geçmiş. Bunların başında münazara geliyor. Serüveniniz nasıl başladı? Münazaranın kişiye argüman odaklı düşünme gibi birçok farklı kazanımı yanında size neler kattığını düşünüyorsunuz? Şu anda sizi siz yapan özelliklere münazaranın etkisi nedir?
Münazara birden işim oldu. Bu tarz operasyonlara girebilmenin kapısı oldu çünkü o işi yapabildiğimiz için talep görmeye başladı. Para kazanmaya başladık ve bunu yapınca diğer bütün işlerin, okul dışı faaliyetlerin tamamının kapısı açıldı aslında. Şahsen münazara dışında da ben okul dışı faaliyetlere kafayı takmıştım. Yani okulun işletme kulübü, uluslararası ilişkiler, sosyal destek kulübü gibi kulüplere ve okul dışında derneklere girmiştim. Aslında bakarsanız münazara alanını büyüteceğim diye hedefim yoktu. Üniversite sonrasında bu işi liselilerle yapmaya başladık ve liselerde çok başarılı ve faydalı olduğunu gördük. Bundan sonra birden büyütmeye başladık operasyonu. Çünkü münazara entelektüel birikim, hitabet ve hızlı düşünme becerisi kazandırıyor. Gençleri sosyal bir ortama ve oyunun içerisine sokuyor. Bu şekilde aldı yürüdü münazara. Bana sorarsanız ben okul dışı faaliyetlere daha çok kafayı taktım çünkü münazara onun bir ayağı sadece.
Okul dışı hayatın bireysel gelişimimize katkılarından bahsettik. Peki, kurucusu olduğunuz okul dışı oluşumundan bahseder misiniz? Burada öğrenciler birçok farklı atölyede, alanında uzman isimlerle bir araya gelip kendilerini ifade etme fırsatı buluyorlar. Bu oluşumdan beklentileriniz nelerdi, bunların karşılandığını düşünüyor musunuz?
Orası aslında nefes alınacak bir yer benim açımdan da gelen öğrenciler açısından da. Çünkü; yine eğitim yapıyoruz ama bu eğitimler genelde uygulamalı, eğlenceli, interdisipliner. Bir siyaset dersimiz varsa orada bir müzik dersi de oluyor aslında. Siyaset anlatırken 60’lı yılların şarkılarından, bazen dönemin televizyonundan ve magazininden de bahsediyoruz. Bu sebeple interdisipliner bir yapı okul dışı. Bizim gördüğümüz kadarıyla gençler üzerindeki etkisi ve öğrenmeye katkısı çok yüksek. Orada öğrendikleri şeyleri çok net kullanabiliyorlar. Tabii ne kadar faydalı olduğunu gençlere sormak lazım.
Son olarak sizden Harmony Göç Projesi’ni dinleyebilir miyiz? Bu program ile farklı kültürel kimliklere sahip insanların bir arada uyum içinde yaşaması için eğitim programları düzenleniyor. Harmony Göç Projesi’nin özellikle Türkiye gibi bir ülkede çalışılması sizce ne gibi öneme sahip?
21. yüzyıl bir göç yüzyılı. Bu durum özellikle 2020’li yıllardan sonra artış gösterdi. 2050 yılına gelindiği zaman yaklaşık 400 milyondan fazla insanın göçmen olacağı konuşuluyor. İklim krizi sonucu toprak alanlarının sular altında kalması ya da kuraklığın artmasıyla insanların göçmeleri bekleniyor. Yani bu yüzyıl göçmenler yüzyılı olacak. Türkiye de bu durumdan kaçamaz çünkü; Afrika, Asya ve Avrupa arasında gerçekten bir köprü görevinde. O yüzden bir göçmen meselemiz var ve bunun yanında eğer bu kadar çok göçmenimiz olacaksa bunu güvenlik paradigması ile çözemeyiz. Yani sınırlarımızı koruyalım, sınırlarımıza mayın döşeyelim gibi çılgın ve vahşi yollarla çözemeyiz bu durumu. Bunu çözebilmemiz için Türkiye’de ve Avrupa’da var olan göçmenleri kendi sistemimize entegre etmemiz lazım. Onlarla karşılıklı uyum sağlamamız gerekiyor. Bu entegrasyondan kastım; onların tamamen bize uyması değil, karşılıklı olarak. Harmony programı tam da bu dertten aslında ortaya çıkıyor.
Harmony, bu göç yüzyılında ülkeler bazında halkları kaynaştıracak, farklı kültürleri birbirine yaklaştırıp birbirinden beslenmelerini sağlayacak projeler geliştirmek isteyen bir organizasyon. Günümüzde Harmony’ye çok ihtiyaç var ve gelecekte daha da ihtiyaç olacak. Önemli bir vizyon olduğunu düşünüyorum bu meselenin. Türkiye’de gençler artık uluslararası bir ortamda okumaya başlıyor ve bu durum devam edecek. Gençliği kaynaştırmak bu noktada çok önemli. Eğer göçmenlerle olan ilginiz sadece güvenlik ya da “onlar mazlumlar yardım edelim” düzleminde kalıyorsa büyük yanılıyorsunuz demektir. O insanlar bu ülkeye katkı sağlayacak insanlar. Bu yüzden onları sürece dâhil edecek etkinlikler yapılmalı. Harmony de tam olarak bunun için kuruldu.
Peki sizce gençler ne istiyor? Z Kuşağı tam olarak ne, böyle bir şey var mı?
Her kuşağın çocukları, gençleri, doğdukları dönemin siyasetinden, teknolojisinden, ekonomisinden ve şarkılarından etkilenirler ve bunların etkilerinden bağımsız kalamazlar. Örneğin 1950’de doğmuş bir kişi; açlık ve sefalet görmüştür. Bundan dolayı o jenerasyondan herkes hemen ev almak ister, çok daha tutumludur, daha garantici ve isyankârdırlar. 2020 dünyasının çocuklarına baktığımızda bundan bağımsız değil aslında.
Günümüzde Türkiye’deki bütün gençler derslerini Youtube’dan çalışıyorsa Youtube’un bu çocukların üzerinde bir etkisi var demektir. Hiçbir farklı grubu ayırt etmeksizin tüm gençler, internette belli başlı şeylere maruz kalıyorlar. Z Kuşağı diye bir şey var o yüzden ve adının “Z” olmasının bir önemi yok. Bu jenerasyondaki çocukların odaklanma becerisi daha düşük. Çünkü; bu çağ dikkat dağıtma çağı. Telefonlarımızdaki uygulamaların arkasındaki milyar dolarlık şirketler, sizin o uygulamaya tıklamanızı istiyor ve bunun için de sizin dikkatinizi dağıtacak her şeyi yapıyor. Bundan dolayı dikkat çağında, kurumların ve organizasyonların bu çağa yönelik faaliyetler tasarlaması gerekir.
