Ruveyda Eren
Bu sayımızda İstanbul’un en eski ve en küçük semti olarak bilinen Vefa’dayız. Büyüklerimiz vefasızlıkla karşılaştığında “Vefa sadece İstanbul’da bir semt imiş.” dedikleri yerdeyiz. Nice dizelere, nice öykülere konu olan semtin geçmişi Bizans’a kadar uzanıyor. Osmanlı ve Bizans dönemlerinde devrin önde gelen bürokrat, tüccar ve bilim insanlarının yaşadığı bir semt olan Vefa, günümüzde yüzüstü bırakılmış ve zamanında geçirdiği büyük yangınların etkisinde âdeta yıkılmaya mahkum edilmiş durumda. Adını Şeyh Vefa Efendi’den alan semt, cami, medrese ve tekkeleri ile tasavvuf ehli ve âlimleriyle, Osmanlı İstanbul’unda sessizliğini koruyan bir kültür merkezi olarak gelişmiş. Fatih dönemi ve onu takip eden Sultan II. Bayezid Dönemi’nin mutasavvıf ve ulemasından Şeyh Vefa Efendi’nin burada yaptırdığı külliye dolayısıyla semt “Vefa” olarak anılmaya başlanmış.
01 KÜTÜPHANE TROLEYBÜS
112 yıllık Beyazıt İETT Troleybüs Kuvvet Merkezi… 1912’deki açılışa kadar atlı tramvaylar için ahır olarak kullanılan yapı, 1914’te İstanbul’un ilk elektrikli tramvayının Karaköy-Ortaköy hattında seferlere başlamasıyla zamanın ihtiyaçları doğrultusunda genişletilip, elektrikli tramvaylar için güç istasyonu olarak kullanılmıştır.‘Beyazıt Güç İstasyonu’ olarak da anılan bina, elektrikli tramvayların kullanımdan kalkması üzerine 1961 yılında troleybüsler için ‘kuvvet merkezi’ işlevi görmüş. 1984’te ise troleybüslerin İstanbul trafiğinden çekilmesiyle atıl duruma düşerek, uzun yıllar unutulmaya terk edilmişti. Bu yıl restorasyon sonrası gençlerin kullanımına kütüphane olarak sunuldu. Huzurlu ve farklı bir mekân arayışı içinde olanlar için gidilesi.
02 KALENDERHANE CAMİİ
Kalenderhane; İstanbul’un “kiliseden dönüştürülen” camilerinden. Adını zamanın Kalenderi dervişlerinden alıyor. Doğu Roma Dönemi’nden kalan yapı; Yunan haçı kemerli Bizans Kilisesi’nin var olan birkaç örneğinden birini temsil ediyor. Plan ve üslup özelliklerine göre binanın 9. veya 10. yüzyıla ait olduğu varsayılıyor. Caminin avlusunda kilisenin ilk zamanlarında yapıya dâhil olan ancak şimdi yıkılıp harabe hâlini alan duvar kalıntıları bulunmakta. İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed; burayı Kalenderlere tahsis etmiş. 18’nci yüzyılda Babüssaade (saray) Ağası Maktul Beşir Ağa tarafından camiye dönüştürülmüş. Yangından ve depremden zarar gören cami 1854 yılında restore edilmiş ama minaresi 1930 yılında yıldırım düştüğü için yıkılmış. 1966-1975 yılları arasında Harvard Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi iş birliği ile yapılan bir araştırma ve kazıya konu olmuş, harap durumdayken 1968 yılında restore edilerek tekrar ibadete açılmış.
03 UNKAPANI PİLAVCISI
Türk mutfağının geleneksel lezzetlerinden biri olan pilav; Osmanlı zamanından beri geleneksel lezzetlerimizden biri olmuş. Bu 100 yıllık tarihî lezzet günümüze kadar aynı lezzet hassasiyetiyle korunarak aktarılmış. Öğrencilerin de favori yemeklerinden biri tabii ki. Bizim önerdiğimiz yer Kalenderhane Camii’nin arka sokağında yer alıyor. Rotaya aç devam etmek istemeyen arkadaşlar buraya uğrayabilir ve tavsiyemiz olan açık ayranla birlikte ister tavuklu ister nohutlu pilav keyfini sürebilirler.
04 SÜLEYMANİYE CAMİİ
Yahya Kemal’in “En güzel mabedi olsun diye en son dinin/Budur öz şekli hayal ettiği mimarinin” dizeleriyle anlattığı Süleymaniye Külliyesi, Kanûnî Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a inşâ ettirilmiş. Mimar Sinan, devletin ileri gelenlerinin bulunduğu bir törende dualarla “Ya Fettâh” diyerek 15 Ekim 1557’de külliyeyi hizmete açmış. Kanûnî’nin ve eşi Hürrem Sultan’ın da türbelerinin yer aldığı Külliye; 15 bölümden oluşuyor. Hiç kuşkusuz en önemli bölümü Süleymaniye Camii. Caminin kitabelerinde kullanılan süslemeler ile bezemeler kendine hayran bırakıyor. Mihrabın iki yanındaki pencerelerde çini madalyonlarda Fetih Sûresi, caminin ana kubbesinde ise Nûr Sûresi yazılı. Dört minare, Kanûnî Sultan Süleyman’ın İstanbul’un fethinden sonraki dördüncü padişah, on şerefe ise Osmanlı’nın onuncu padişahı olduğunu simgeliyor. Sinan’ın kalfalık eseri olarak bildiğimiz Süleymaniye, Boğaz’ı ve Haliç’i gören ön avlu manzarasıyla da ziyaret edilmesi gereken mekânlardan birisi.
05 MİMAR SİNAN TÜRBESİ
Mimar Sinan’ın 1588 yılında kendi yaptığı türbesi de külliyenin alanında bulunuyor. Türbenin yanında bulunan Mimar Sinan’ın evi ile Sıbyan Mektebi günümüze kadar ulaşmasa da 1935 yılında Türk Tarihi Araştırma Kurumu’ndan 3 kişi Mimar Sinan’ın kafatasını mezar kazılarında çıkarıyor ve kurulacak olan Antropoloji Müzesi’nde sergileneceğini söylüyor. Fakat sonraki süreçte müze kurulmuyor ve kafatası da sergilenmiyor. Kafatasının farklı yerlerde olabileceği iddialar mevcut olsa da kesin bir şekilde bilinmemekte…
06 VEFA BOZACISI
Hacı Sadık Bey, 1870 yılında Arnavutluk Prizren’den İstanbul’a gelmiş. Evinin altında kendi imkânları ile ürettiği bozasını, altı yıl boyunca kış geceleri saray ve çevresinde, omzunda taşıdığı bakır güğümlerle dolaştırarak tanıtmış. Her köşe başında sabırsızlıkla beklenen Hacı Sadık Bey, artan talep karşısında cesaretlenmiş ve Vefa’da, 1876 yılının Eylül ayında boza ürününün dünyadaki ilk resmî ticarethanesini açmış. Üretimi Hacı Sadık Bey’le başlayan, bugün de dördüncü nesil aile fertleriyle devam eden boza; soğuk kış günlerinin vazgeçilmezi hâline gelmiş. Sonbaharın gelişiyle de rotamıza eklediğimiz bu tarihî mekân misafirlerini bekliyor.