Çağatay Kocaömer
Minicik şehit Türkan, Bulgaristan Türklerinin özgürlük meşalesini yakmıştır.
Onun adı Türkan’dı, henüz 17 aylıktı. Ne Türklük bilir ne de Bulgarlık. Yalnızca adını biliyordu. Türkan deyince, hemen kulak veriyor, şakıyarak pıtıl pıtıl çağırana varıyor, boynuna sarılıyordu. Ninesi Kerime Bacı’nın da anlattığı gibi, pek de canlıydı hani. Emeklemeden yürümüş, kekelemeden anne, baba demişti. Süt gibi beyaz, tombul bir yüzü vardı. Henüz bitmiş saçları sarıcaydı.
Gözleri, annesininkilere çekmişti, çakır ve pır pır. Sağ olsaydı hani, akıllı ve güzel olacaktı şimdi. Belki bir işletmenin öncüsü, belki bir üniversitenin alacası olurdu. Maalesef, on sekizinci ayı bile tamamlamamıştı. Ebeveynleri, protesto yürüyüşüne hazırlanıyorlardı. Türkan kıpırdamalarından işi anladı ve annesini şalvarından yakaladı.
-Bunu ne yapacağız? diye sordu Fatma eşine. Baksana nasıl sarıldı bana. Kalacağı bile yok.
-Götüreceğiz tabii, dedi Feyzullah da. Zaten bırakamayız ki, ihtiyarlar da geliyorlar bizimle. Mahallede kimse kalmıyor. Fatma, gitti dolaptan yün bir giysi aldı, acele sırtını giydirip kızını sırtladı. Kapıda amcasıyla karşılaştılar.
-Nereye kızım, diyerek sordu amcası minik yeğenini okşayarak. Nereye götürüyorlar seni ?
-Kızı botuş, diye yanıtladı küçük Türkan kendi dilince.
Evet, “Kırmızı botuş alacağız sana” demişti ona annesi. Mahalleden indiler, Kaylobalılara katıldılar. Türkan’ı kâh annesi taşıyordu kâh babası. Mogilyane’ye yaklaşınca, ırkçılar belki çocuk ve kadın isyancılara dokunmazlar ümidi ile anasının sırtında kaldı. Kaylobalılar, Mogilyane ve Kitna halkını gergin bir durumda buldular.
Bir yandan isyancılar birleşmeye, diğer yandan da milis ve iç müdahale askerleri, onların bu özenini engellemeye çalışıyorlardı. Çarpışma başladı, iki taraf birbirine girdi. Önce üç el havaya ateş açıldı. Belki korkup geri kaçarlar diye düşündüler. Asker ve milis, eli boş insanları gaddarca dövüyordu. Türkan’ın babası Feyzullah, duramadı, soydaşlarının yardımına koştu, ama bir grup asker ve milis onun üzerine de atılarak cop, tekme ve yumrukla vurmaya başladılar. Bunu gören eşi Fatma, küçük Türkan sırtında “Bırakın kocamı katiller, biz Türk’üz, bize dokunmayın!” diyerek hemen sıçradı ve eşini kurtarmak üzere ileri atladı. Ve silahlar takırdadı, birden bire bir kaç kişi yere yuvarlandı. Fatma, hala ne olduğunu anlayamamış, eşini savunmaya çalışırken yandan biri:
Kan, kan akıyor Fatma Abla! diye bağırdı biri. Sizden akıyor. Fatma, panik bir şekilde bakındı, onda bir şey yoktu, hemen sırtından küçük kızını kucağına aldı ve ne görsün! Katil kurşunları onun omzu üzerinden sırtındaki küçük kızının ta alnına rastlamıştı, üstü başı kan içindeydi. Asker bunun üzerine daha da gergin olmaya başladı ve Fatma’ya dönerek:
-Ona hiç bir şey olmadı, uyuyor!
Zulüm döneminde çekilen tüm acıların sembolü olan minik şehidimiz Türkan, derin uykuya daldı. O, masum ne ırkçılık bilir ne de vatandan anlardı. Onu bu hayattan kopardılar ama Türk ismini alamadılar.