Stanislaw Lem’in Solaris’i ya da Bilinçli Bir Gezegenin Ziyaretçileri

Bu sefer bilim kurgu evreninin en tuhaf gezegenlerinden birine Solaris’e gidiyoruz. Neredeyse tamamı jölemsi bir okyanusla kaplı bu gezegen, ‘bir çeşit’ bilince sahip. Gezegenin yüzeyini kaplayan bu okyanusun zeki bir varlık olduğunu biliyoruz. Çünkü Solaris, kendini incelemek üzere gezegenin yörüngesinde konuşlanan bilim insanlarının bilinç dışına giriyor ve bu bilim insanlarının hatıralarında/vicdanlarında bulduğu varlıkları maddeleştirerek onlara yolluyor. Solaris’in bilim insanlarına yolladığı bu ziyaretçiler gezegenin doğal savunma sistemine ait olabilir mi? Yoksa Solaris insanlara birtakım mesajlar yolluyor, bir şeyler mi söylemeye çalışıyor?
Belki de ava giden avlanıyor. Solaris, kendini incelemeye gelenleri inceliyor ve dolaylı bir ileti yolluyor onlara: “Siz beni anlamaya çalışıyorsunuz ama daha kendinizi, iç dünyanızı, bilinç dışınızı tam anlayıp çözebilmiş değilsiniz ki! Siz henüz insanı anlayamamışsınız, tutmuş beni anlamaya kalkışıyorsunuz.” Tabii bu benim yorumum. Solaris (hem romanı hem de romandaki gezegeni kastediyorum) işte bu şekilde ona yönelttiğiniz soruları size yansıtıyor ve onlar, sizin kendi varoluşunuzun anlamına dair sorgulamalara dönüşüyor.
Lem’in romanı, okurunu evrene ve insanın evrendeki yerine dair tefekküre sevk ediyor. Mesela Solaris’in ‘bir çeşit’ bilince sahip olduğunu söyledim. Çünkü bunun ne çeşit bir bilinç olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Sormaya başlıyoruz: Bilinç sadece insana mı özgüdür? Ya da evrende bizimkine hiç benzemeyen başka bilinçler olamaz mı? Bizim bu tamamen yabancı zekâlarla iletişim kurmamız mümkün müdür?
Aslında Solaris’in yazarı Stanislaw Lem de bilim kurgu edebiyatı içinde aykırı bir bilinç. Seyir defterimizde şimdiye kadar bahsi geçen diğer yazarlardan ötede bambaşka bir coğrafya ve kültür ikliminde doğuyor ve yetişiyor. Lem, 1921’de Polonya’da, bugün Ukrayna’nın sınırları içinde kalan bir şehirde doğuyor. Savaşlar, toplama kampları, işgaller… İktidara ve bürokrasiye karşı açıktan açığa olmasa da alttan alta muhalif bir mücadele yürütüyor ve bu mücadelenin en etkili silahı elbette ki bilim kurgu oluyor. Bütün yaşadıklarını eşsiz zekâsıyla yoğurarak Amerika’daki ve İngiltere’dekine hiç benzemeyen bir bilim kurgu evreni kuruyor. Lem’in sivri hicvi, insanların kurduğu siyasi sistemlerden kozmosun işleyişine açılıyor: Gelecekbilim Kongresi, Yıldız Güncesi, Aden, Yenilmez, Siberya… Bilim kurgu, mizah ve felsefeyi harmanlarken işine yarayabilecek bütün tür ve biçimleri de kullanıyor: Bilim kurgu masalı, yazılmamış kitaplar üzerine sahte makaleler, polisiye…
Bir bilim kurgucu olarak Lem’in Batı’daki meslektaşlarından çok daha farklı bir tutuma sahip olduğunu belirtmiştik. Batılı bilim kurgu uzun bir süre uzayın fethine dair hikâyeler anlattı. Lem’in anlattığı uzay yolculuğu hikâyeleri ise bu işin hiç de öyle kolay olmayacağını, eğer bir gün oralara gidebilirsek akla hayale gelmedik çözülmez muammalarla karşılaşacağımızı söyler bize. Bilimin bütün kozmik muammaları bir çırpıda kolayca çözebileceğine pek de inanmaz gibidir. Solaris’te bilim insanları onca çabalamalarına ve bir Solaris bilimi, külliyatı ortaya koymalarına rağmen gezegenin sırrını çözemezler.
Bu arada Solaris’in üç kez sinemaya uyarlandığını, Lem’in Tarskovski ve Soderbergh’in uyarlamalarından çok da memnun kalmadığını söyleyelim. Ama sanki Lem’in bu hoşnutsuzluğunda da bir Solaris esprisi gizlidir. Kaçınılmaz olarak herkesin Solaris’i başkadır.
Aslında iyi bilim kurgu, bizi zaman ve mekânda çok uzaklara götürür ki şimdiki âna ve hâlihazırda durduğumuz yere yabancılaşıp kendimize dışarıdan bakabilelim. Lem, Solaris ile bunu yapıyor. Düşünün bir parçası olduğumuz evren işaretlerle dolu değil mi? Bu işaretleri anlamaya, çözmeye çalışıyor muyuz? Kendimizi anlamaya cesaretimiz var mı?
Belki de Solaris bizzat evrenin kendisidir.