Defibrilatör Etkisiyle Sinemaya Can Veren İkilem: Barbie vs Oppenheimer
Bir yanda milyonlarca insanın hayatını etkileyen atom bombasının mucidi ve onun karanlık hayatı, diğer yanda milyonlarca kız çocuğunun en sevdiği oyuncağı ve onun rengârenk hayatı… Pembe ile siyahın imkânsız savaşıyla sinemaya yeniden hayat veren iki filmi sizler için inceledik.
Robert Oppenheimer… Kendi cümleleriyle “Ben, ölüme dönüştüm. Dünyaları yok edicisine…”
1940’lı yıllarda ABD’de yürüttüğü Manhattan Projesi’yle Amerika’nın ilk atom bombasını üreten ve kitlesel yıkımlara neden olan nükleer silahların babası Oppenheimer… Inception, Interstellar ve Tenet gibi aklımızı alan ve Oscar ödüllü yapımlara imza atan Christopher Nolan, bu sefer bir biyografi filmi için kolları sıvadı. Kendi yazıp yönettiği Oppenheimer filmi için efsane diyebileceğimiz bir oyuncu ekibi oluşturuldu. Başrolde Cillian Murphy’nin olması zaten kendi başına bir değer.
Yetmezmiş gibi Rami Malek, Matt Damon, Emily Blunt ve Robert Downey Jr. gibi isimler de filmde yer alıyor. 3 saatlik, diyalog temelli bu biyografi filmini diğerlerinden ayıran bir teknik detay var. Çekimlerinde IMAX teknolojisinin son sürümünü kullanan Nolan, izleyicilere daha önce hiç karşılaşmadıkları tam 18K’lık bir görüntü kalitesini sunuyor. Öyle ki 3 saatlik bu filmin orijinal rulosu 270 kilo ağırlığında ve 17,7 kilometre uzunluğunda. Hâl böyle olunca dünyada bu teknolojiye sahip olan sadece 20 IMAX sinema salonu hâriç diğer tüm salonlarda Oppenheimer’ı kırpılmış şekilde izliyorsunuz. Yani Türkiye’de Oppenheimer’ı izleyecekseniz büyük ölçüde görüntü kaybı yaşayacağınızı bilseniz iyi olur.
“I’m a Barbie girl, in the real world.”
İlk defa uzun metrajlı filmi çekilen Barbie’nin bu kadar ses getirmiş olmasını birçok faktöre bağlayabiliriz. İlk olarak tabii ki başroldeki Margot Robbie ve ona eşlik eden Ryan Gosling isimleri zaten birçok sinemaseverin filmi duymasını sağlamıştı. Yine de filmin 7’den 70’e herkesin ağzında ve ekranlarında dolaşmasını sağlayabilmesi? İşte bu apayrı bir sektörün işiydi. Pazarlamanın gücünü Barbie filmiyle bir kez daha görmüş olduk. Barbie’nin içinde yaşadığı plastik dünyaya ait hissetmemesi ve kendisini gerçek dünyaya doğru bir yolculuğa çıkarmasını konu edinen bu ortalama film nasıl oldu da gişede Oppenheimer’ı geçti?
Barbie’nin uyguladığı bazı pazarlama taktiklerini şöyle sıralayabiliriz; Birçok ünlüye katıldıkları galalar için özel dikim Barbie kostümleri giydirdiler, Dua Lipa ve Billie Eilish gibi yıldızlara Barbie için şarkı yaptırdılar, Barbie’ye özel X Box oyun konsolu çıkardı, Malibu’da bir malikâneyi Barbie evi gibi tasarlayarak AirBnb üzerinden insanlara kiraladılar, fakirler için Barbie ile selfie çektirme uygulaması yayınlarken zenginler için pembe süslü özel üretilmiş burgerler sundular. Bitti mi sandınız? Sosyal medyada birçok kanaat önderine para vererek akımlar oluşturdular ve sinema girişlerine hatıra fotoğrafı çektirebileceğiniz gerçek boyutlu Barbie oyuncak kutuları yerleştirdiler. İnsanlar hatta hayvanlar için bile Barbie konseptli ürünleri satışa sundular ve daha neler neler…
Barbie ile Oppenheimer’ın epik savaşında şunu anladık ki günümüz dünyasında pazarlama her şeydir. O yüzden günlük hayatımızda da bir şey satın almadan, bir yere gitmeden, bir şeyi övmeden önce onun gerçekten kaliteli olduğu için mi yoksa bize çok iyi pazarlandığı için mi bu duyguları beslediğimizi sorgulamak faydalı olabilir.