Psk. Zeynep Türkyılmaz
Yeni tanıştığımız insana ilk sorularımızdan birisi de “Nerelisin?” veya “Nerede
oturuyorsun?” sorusu olur. Bu sorunun cevabı ile onun nereli olduğu, hangi
kültürden olduğu veya tanışıklık olma durumu hakkında bir anda bilgi sahibi oluruz.
Bazen önyargılara bazen de sempati duymamıza sebep olur. Oysa kimin pay ettiği
bile bilinmeyen yeryüzünde hepimiz bir yolcu değil miyiz?
Kimsenin hangi coğrafyaya doğacağını seçemediği şu garip dünyada tarihimiz en çok
toprak kavgasına şahit olmuş. Hepimiz dünyaya gelmeyi seçemediğimiz gibi hangi
aileye, hangi toprak parçasına doğacağımızı da seçemeden geliriz. En ağır bedelleri
de bunun için veririz. Her şeyden bihaber doğduğumuz yeri keşfetmeye başlarız.
Zamanla öğreniriz bu toprakların kimin olduğunu, uğruna neler çekildiğini. Alışırız,
yerleşiriz, düzen kurarız ve herkes mutlu mesut yaşamayı isterken dünya sistemi izin
vermez. Çünkü bir kriz çıkmalıdır. Krizler bazılarımız için felaket olurken bazılarının
beslendiği kaynaktır. Üstünde bilemeyeceğimiz planlar döner biz ise her şeyden bir
haber olan küçük bir çocuk gibiyizdir. Yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu
hisseden ve huzursuzlukla karşılık veren çocuk. Her şey bir gece gelen bir sesle
başlar. Koşuşturmalar, çığlıklar. Gözünü kapatsan duyacağın, kulağını kapatsan
kokusunu alacağın bir ortamda yapayalnız kalan bir çocuğun yolculuğu, birinin onu
kucağına alıp kaçmasıyla başlar.
İnsan var olduğu günden beri göç eder. Bu insan olmanın doğasıdır. Hayatta
kalmanın bir içgüdü olması sebebiyle göç, yaşamın en anlaşılabilir ve kaçınılmaz
durumudur. Her zaman hayatta kalmak için göç edilmez tabii. Daha iyi standartlar
için göç edilir, ilim öğrenmek, daha iyi hizmet edebilmek için göç edilir. Ancak
hepsinin muhakkak bir sebebi vardır. Sebepsiz, açıklamasız kimse alıştığı ve kurulu
bir düzeni bırakıp gitmez. Konfor alanı dediğimiz alıştığımız, kabullendiğimiz
düzenden çıkmak kolay değildir. Birçok bedel ödemenizi ister. Bazen bu bedellerin
karşılığı iyidir ve göze alınır ancak bazı yapılan göçlerin bedeli çok ağırdır yine seçim
şansı bırakılmaz ve göç edilmeye zorlanır. Tarihimiz bu yönüyle oldukça doludur.
Göç yolculuğunun fizikî, maddî ve mânevî zorluklarının yanında psikolojik kısmı da
ağırdır. Doğduğun büyüdüğün ve alıştığın toprakları istemeyerek bırakmak zorunda
olmanın hissi bunlardan biridir. Mezarlıkların vardır, çiçeklerin, hayvanların, evin,
odan, masan ve en sevdiğin eşyalarınla vedalaşma zamanı gelir. Bırakıp gitmenin
zorluğunun yanında bir de gittiğin yerin belirsizliği vardır. Belirsizlik birçok insanı
rahatsız eden bir durumdur. Ön göremediğin hazırlıksız yakalanmanın tedirginliğini
barındırır. Bir çocuk için, gittiği yerde oyuncağı olacak mı, genç için arkadaş
edinecek mi, anne için çocuklarını koruyabilecek mi, nerede oturacak, baba için iş
bulabilecek mi gibi birçok soru silsilesi içinde sessiz ve gözü yaşlı bir yolculuktur.
Yolculuklar insana birçok duyguyu yaşatır. Göç yolculuğunda ise insanın karşı
karşıya kalabileceği duygudan biri “istenmektir.” İstenmek ya da istenmemek çok
küçük yaşlardan itibaren önem kazanan bir duygudur. Çocukken istenmediğini
hisseden bir çocuk bunu içinde bir yerde taşır ve büyüdüğünde her adım atışında
karşısına çıkar. Bakışlardan, mimiklerden hissedilen ve yaşam boyu içerde saklanan
bir duygudur. En çok çocuklar ve gençlerde fark edilir. İstenmiyor olmak, dışlanmak
baş edilmesi en zor durumlardan biridir. Kişi ait hissetmek ister, güvende olmak
ister. Göç eden bir çocuk ise ilk buradan darbeyi yer. Okulda veya sokakta çocukları
dışarıdan izlemek zorunda kaldığı an belki de en vurucu soruyu sorar.“Neden, ben ne
yaptım?” Dışlanan kişi önce kendine döner. Ne yaptım, ne suçum var? Beni dışarıda
tutan kıyafetim mi, göz rengim mi, nasıl bir farklılığım var. Anlamlandırmaya çalışır.
Bu içe dönme ve suçluluk hâli bir yaşam boyu devam eder. Yetişkin olduğunda
normal bir ortam dahi olsa en ufak bir şeyi üstüne alır. “Benim yüzümden oldu
galiba, burada istenmiyorum.” düşüncesine kapılır. Artık kendine yapışan bir
istenmeyen insan etiketi ile her yerde böyle düşünmeye başlar.
Bir de bu göçü karşılayanların durumu vardır. Habersiz gelen misafire karşı
telaşlanan ev ahalisi gibi. Birçok kaygı ve soru işareti barındırır. Nasıl yaklaşacağını
bilemeden bocalama yaşar. Kültürü, dili, yetiştirilişleri farklı insanların birden her
yerde olması tedirgin eder. Misafir için de ev sahibi için de zordur. Aynı zamanda
elbette sistemin nefret tohumları atılır. Ülkenin elden gittiği, kötülüklerin yayıldığı
gibi birçok söylemler yayılır, ev sahibi telaşlandırılır. Oysa insanın olduğu yerde
iyilik, kötülük, suçluluk, suçsuzluk ırk gözetiyor mu?
Her şeyden bir haber olan o bebeğin yolculuğu böyle çetrefillidir. Karşılaştığı,
karşılaşacağı her şey belirsizdir. Aynı zamanda gözünü açtığı ülkede istenmiyor
olmasını açıklamak kadar büyürken maruz kalacağı söylemlerle mücadele etmesi
elbette çok zordur. Göç etmeye zorlananın da göçü karşılayanın da aynı tarafta
olduğu bu mücadelenin ise bir kazananı olmayacak. Çünkü sistemin savaşları devam
edecek. Kimin hedef olacağı ise meçhul. Bugünün yerlileri olan ev sahipleri yarının
yabancısı olabilir. Öyleyse belki de asıl mesele hangi söylemlere sahip olduğumuzdur.
Dünyaya, yaşamaya hangi açıdan baktığımızdır. Gerçekten içinde bulunduğumuz
koca dünyayı nasıl anlamlandırdığımız mühim. Bizim dediğimiz neler gerçekte
bizim? Zira bugün “nerelisin?” ve “Nerede oturuyorsun?” sorusuna yarın da aynı
cevabı verebilecek miyiz?