KEFERNAHUM

AHSEN BUYURKAN

Sosyal gerçekçi olması hasebiyle film boyunca vicdanınız tarafından rahatsız ediliyorsunuz, hatta gerçeklik biraz fazla gelebilir bu filmde. Çünkü Labaki, sokağın gerçekliğine müdahale etmemek için müzik kullanımını bile minimum seviyede tutuyor. Bu yüzden bu filmde duygu sömürüsü yok, ağlatan ucuz bir film değil. Aksine, izlendiğinde insanı sarsacak bir film, insana dramı ilmek ilmek işleyen müzikleri var ve bu müzikleri yönetmenin eşi yapıyor.

İnsanlar, Nietzsche’nin de dediği gibi, doğar, büyür, yaşar ve ölürler. Epey genel olan tanımıyla evet, hayat dediğimiz şey budur. Fakat herkesin hayatı bu tanımdaki gibi mi ilerler? Yaşayamadan büyüyen insanlar yok mu sanıyoruz? Yoksa bu rahatsız edici gerçekliği sadece görmezden mi geliyoruz? Kendi hayatlarımızın rahatlığından sıyrılıp dünyada süregelen vicdan sarsıcı olaylara karşı gözümüzü açamıyoruz belki de. Fakat her zaman olduğu gibi bu konuda da istisnalar mecvut. “Neden buradayım?” diye soran mülteci çocuklardan etkilenerek yola çıkan Nadine Labaki, 2018 yılında bu sorulara cevap olacak nitelikte bir başyapıt olan Fransa-Lübnan ortak yapımı Kefernahum filmine imza atarak Cannes’da Jüri Özel Ödülü, Altın Portakal En İyi Erkek Oyuncu ve Gençlik Jürisi Ödülü’nü aldı. 

İncil’de adı sık sık geçen: Günümüzde sınırları Filistin toprakları içinde bulunup tarihî bir köy olan, aynı zamanda kaos ve karmaşa ile özdeşleştirilen Kefernahum, cehennemlik yer demek. Labaki, çocukların bugünkü dünyasını kaosu çağrıştıran Kefernahum’a benzettiğini belirterek, “Bu cehennem ve biz de cehennemde yaşıyoruz.” diyor. “Ben oradaki hayatı bozmamaya çalıştım.” diyerek de oradan buraya sürüklenerek yaşayan mülteci aile ve çocukların hayatlarının derinine iniyor.

Filmin özetine gelmek gerekirse filmde hikâye, Zain’in en sevdiği kardeşi olan Sahaar’ın küçük yaşta evlendirilip hamile kalarak ölmesinin ardından duyduğu öfkeyle evlendirildiği adamı bıçaklaması ile başlar. Bu yüzden 5 yıl hapis cezasına mahkûm edilir. Kaldığı ıslahevinde yoksulluğun sebep olduğu olaylar yüzünden ailesine karşı duyduğu öfke iyice artar ve ailesine dava açar. Kendisinin ve diğer kardeşlerinin yaşadığı hayattan ailesini sorumlu tutan Zain, mahkemede sorulan “Neden ailene dava açtın?” sorusuna “Beni dünyaya getirdikleri için.” diyerek izleyenlerin aklına kazınacak bir cevap verir.

Film, Suriye savaşından kaçarak Lübnan’da mülteci olarak yaşam mücadelesi veren Zain El Rafeea ve onun gibi milyonlarca çocuğun hikâyesine tanıklık etme imkânı veriyor. 

Bunun yanında yönetmen Labaki, Zain karakteri hakkında özel olarak şunları söylüyor: “Kendisi Suriyeli bir mülteci. Elbette Suriye’deki savaştan kaçmış, Lübnan’a gelmiş ve son sekiz yıldır Lübnan’da çok zor koşullarda yaşıyor. Okula gitmiyor, sokaklarda büyümüş. Ve sokaklarda büyüdüğünüzde çok şey görürsünüz. Çok fazla şiddet ve çok fazla istismar görürsünüz. Kendisi birçok şeye maruz kaldı ve onda çocukluğunu yitirmiş, yetişkin olmuş bir çocuğun bilgeliği vardı. Ve bu yüzden bu kadar iyi olabildi. Çünkü zaten bildiği bir şeyi yapıyordu.”

Filmdeki oyuncuların çoğu amatör olduğu hâlde bu kadar iyi iş çıkarabilmesini de sadece bununla açıklayabiliriz, “zaten bildiği bir şeyi yapmak.” İzlerken Zain’in öfkesinin ve olgunluğunun oyunculuktan çok gerçek hayattan temel aldığını rahatlıkla görebilirsiniz. Filmde aynı zamanda çocuk işçiliği ve istismarına da değiniliyor. Zain’in zayıf ve güçsüz vücuduyla kız kardeşiyle evlenmek isteyen adamın marketinde çalıştığı sıklıkla yansıtılıyor filmde. Yoksulluğu son damlasına kadar yaşasa da tüm bunlara rağmen her yeni günde hayata tekrar başlıyor Zain. 

Kız kardeşi Sahaar evlendirildiğinde evden kaçıyor ve hikâye burada başka bir yoksulluğa bağlanıyor. Etiyopya’dan kaçak yollarla gelmiş bir siyahî olan Rahil, Zain’i derme çatma evine alıyor ve çalışmaya gittiğinde küçük çocuğu Yonas ile birlikte onu evde bırakıyor. Bundan sonra filmde Zain’in kendi ailesinde yerine getirmesine engel olunan abilik görevini nasıl bu bebeğe karşı üstlendiğini ve mahkeme salonuna varan sürecini görüyoruz.

Sosyal gerçekçi olması hasebiyle film boyunca vicdanınız tarafından rahatsız ediliyorsunuz, hatta gerçeklik biraz fazla gelebilir bu filmde. Çünkü Labaki, sokağın gerçekliğine müdahale etmemek için müzik kullanımını bile minimum seviyede tutuyor. Bu yüzden bu filmde duygu sömürüsü yok, ağlatan ucuz bir film değil. Aksine, izlendiğinde insanı sarsacak bir film, insana dramı ilmek ilmek işleyen müzikleri var ve bu müzikleri yönetmenin eşi yapıyor. Genel mânâda baktığımızda gözümüzü yoran, vicdanımıza sürekli baskı yapan, mutluluğa veya huzura şahit olamadığımız bu filmin tartışmasız ki en güzel sahnesi ise Zain’in pasaport fotoğrafı için olan final sahnesindeki gülümseyişi. Bu sahnenin salt oyunculuk yeteneğiyle alakalı olmadığını, Zain’in bizzat kendi yaşantısının yansımasını olduğunu çok net bir şekilde görebilirsiniz. Öyle ki bu yaşanmışlığı yönetmenin kamerası bile gizleyememiş.

Dünyadaki bütün Zain’lerin hak ettikleri güzel yaşamlara sahip olmaları dileğiyle…