Ahmet Murat, Taşı Taşırmak’ta bir mimari şaheser ve ibadethane olarak Süleymaniye Camii’ni ele alıyor. İstanbul’un çeşitli noktalarından Süleymaniye’ye farklı rotalarla, farklı yönlerden tırmanılabilmesi gibi Ahmet Murat da Mimar Sinan’ın bu ölümsüz şaheserine kendine has ama interdisipliner yollarla yaklaşıyor. Böylece Taşı Taşırmak; felsefeden, sanat tarihinden, mimariden, tasavvuftan, dinî gelenekten, şiirden, şairanelikten ve nihayet gündelik hayatımızdan beslenen, Süleymaniye’nin “hikmetini” araştıran, dört başı mamur bir “Süleymaniye risalesi” oluyor.
“Bu kitap, camilerde duyulmuş bir sevincin eseri olsun, bir cami neşesiyle donanmış bulunsun isterim. Camilerin içinde geçen dakikalarımın şu fani dünyanın yabancılığını seyrelten en kıymetli anlarımın önemli bir kısmını oluşturduğunu, bu satırları yazdıkça daha iyi görüyorum. Bir cami yaptıracak param yoktu, ben de bu kitabı yazdım.”
Dinlediğim ilk hikayelere inanmakta tereddüt etmiştim. Zira bunca insan ölüyor olsa bir gazeteci olarak haberdar olurdum. Hatta şöyle demiştim: “Gazeteciler, kamuoyu ilgilenmiyor diye yazmayabilirler ama mutlaka duyarlar.” Yanılmıştım. Ne yolculuğun zorluğundan ne de dağda ölenlerden haberim vardı. Biraz dikkat kesildiğimde her bahar Van sınırında karlar altında bulunan cesetleri fark ettim. Sonra kazaları, araçlarda havasızlıktan ölenleri… Fakat hiçbir haber Müşkül Dağı’nın ölümlerinden bahsetmiyordu. Bu dağ, on binlerce insana mezar olmuştu.
Bu kitap, Afganların Türkiye’ye nasıl ve neden geldiklerini, ne düşündüklerini ve yol hikayelerini anlatıyor. İçinde akademik bir özetin dışında 13 Afgan’ın hikayesi yer alıyor. Hikayelerden biri de sınır kapısında bekleyen ve deniz kızı olduğuna inanan Yelda’ya dair.
Denize Açılan Kapı’da, anlatımın kendisi hayatın bütün güçleriyle karşılaşıyor, karışıyor, kıvamını buluyor. Yazar, denize kavuşmak isteyen ırmaklar gibi kendi çalkantısının içinde debelenip duran insanları ‘vuslat kapısı’nda karşılıyor… Denize Açılan Kapı, insanın kendi gerçeğiyle boğuşarak akarken varıp dayandığı bir geçitteki fıtrî dinginliği, hayatın asude gidişatı altında yatan hareketli metafizik yüzünü çarpıcı üslubuyla dile getiriyor…