“Üstün insanların davetlisi olduğu bir tabiatüstü ziyafet, bir gök sofrasıdır. Yani, samanyolunda ziyafet.”
Ramazan ayına misafir olduğumuz vakit, orucu sadece belirli saatlerde aç, susuz kalmak ve bazı eylemlerin kısıtlanması olarak algılamamamız gerekiyor. Karakoç’a göre Ramazan, ay olmaktan öte bir mevsimdir.
Ömrümüz boyunca farklı mevsimlerde yaşadığımız Ramazan ayı farklı lezzetler ve özlemler barındırır. Zihnimizde ve kalbimizde sönmüş mânevî hallerin tedavisinde, büyük bir nimet olarak nitelendiren üstad Sezai Karakoç, bir göksel ve ruhsal şölen eşliğinde “Samanyolunda Ziyafet” olarak nitelendiriyor Ramazan orucunu. Ramazan ayına ait terimleri (sahur, iftar, teravih, Kadir Gecesi, Ramazan Bayramı, Kur’ân…) ruhaniyetimize canlılık verecek şekilde tarif ederek, Ramazan ayı ve orucunun nasıl bir sır olduğunu bizlere aktarıyor.
“Kimi insan dünyanın en büyük hayalcisidir sabahları. Neler düşünmez ki! Ne akla sığmaz delilikleri!”
Eski İstanbul’un güzelliklerini, sadeliklerini ve o dönem insanının hayat ile olan mücadelesini gözler önüne seren bir eser Gazoz Ağacı. İnsana ait detayları, sıradan insanların yaşantılarını güçlü bir gözlem gücüyle aktarmış olduğu hikâyelerinde bir iç sese misafir oluyoruz. Bu iç sese misafirliğimiz neticesinde, başıboş olarak tanımlayacağımız insanların yaşantılarını, çocukluk ve gençliğe ait farklılıklara tanıklık etme fırsatını veriyor.
İsmini aldığı ve kitapta en uzun hikâye olan “Gazoz Ağacı” hikâyesi, mahalle yaşantısına ait eski tahta evlerin arasında, türlü renkleriyle kısa bir görüntü vererek başlıyor. Bizleri bir aşka, maceraya ve hayal kırıklıklarına sürükleyerek, karakterin değişimini anlatıyor.
Hiçbir yanıyla diğer çarşı esnaflarına benzemeyen nevi şahsına münhasır bir esnaf… Kaşları daima hayretle kalkmış, çerçeveli gözlüklerinin arkasında kahverengi gözleriyle masal dünyasını seyreden çocuksu bakışlarıyla ve derin düşüncelere dalmışçasına dudakları büzüşük duran Aktar Musa Efendi. Aktar Musa Efendi, diğer esnafların yaptığı kaba saba şakalara, oyunlara hiç katılmaz. Gülmek için kaşlarını dahi hareket ettirmeyen bir kişidir. Her cümlenin başında uzunca bir “efendiiim” çeker. Esnaf arkadaşlarının Musa Efendi’ye takılmak için sordukları soruları gücü yettiği kadar cevaplamaya çalışır ve karşısındaki insanın cehaletine “la havle” diyerek kendini yatıştırır.
Aktar Musa Efendi hikâyesiyle başlayan Uzun Çarşının Uluları kitabı, yirmi iki hikâyeden oluşuyor. Mitat Enç Gaziantep’e dair izlerin bulunduğu, Uzun Çarşı esnafını “ulu” olarak tâbir ettiği insanların yaşayışını, inanç ve geleneklerini gözler önüne sererek o dönem insanını ayrıntılarıyla hikâyelerinde anlatır. “Ulu” olarak tâbir ettiği kişilerin sıradan ve meczup gibi insanlardan oluşmasının altında derin bir anlam yatıyor. Yazarımız burada Anadolu insanına ait temiz ve saf bir özgünlüğün olduğuna dikkat çekiyor.