Sayfalar; hayatımın bir parçası, içimi rahatlıkla dökebildiğim sonsuzluk, hayatın içindeki en iyi dinleyici. Hiç bitmeyen, ben anlattıkça dinleyen. Soru sormadan, sözümü kesmeden, sıkılmadan, usanmadan dinleyen. Ben ne dersem diyeyim, ne düşünürsem düşüneyim; bana katılan, beni destekleyen tek dostum “Sayfalar…”
Ne zaman canım sıkılsa biri ile konuşup rahatlamak istesem beyaz, temiz bir sayfa başlar beni dinlemeye. Saatlerce susar ve sadece dinler. Yanımda olur, sıkılmış canımı ferahlatır. Ruhumun derinliklerinden iliklerime kadar hissettirir bana o duyguyu. Hasta olduğunuzda verilen ilaç gibidir sayfalar. Kendinizi ona bırakmanız yeterli olacaktır. Siz sadece anlatın o sizi her zaman dinler.
Dinleyici olmak anlatıcı olmaktan daha zordur. Kimse kimsenin derdini, tasasını, acısını hatta mutluluğunu bile saatlerce dinleyemez; bıkar. Ama sayfalar öyle değil; yazana yazma, anlatana anlatma demez. Sadece dinler.
Belki de defterleri sevmemin en büyük nedeni budur. Rengârenk defterler; sarı, beyaz, kırmızı, mavi… Ama içi beyaz olanından, anlattığında sana umutla yaklaşanından… Her ne kadar sesi çıkmasa da sorularına yanıt vereninden, seni destekleyen ve her zaman her şeye gülümseyebileninden…
Bazen derdine derman, bazen gözyaşına mendil, bazen ise çaresizliğine umut olur sayfalar… İçini birine dökmek istediğin zaman nefesler tükendiğinde her şey başucunda bulunan defterin kapağını açman ile başlar. Masanın üzerinde bulunan kalemlikten bir kalem çıkarırsın ve temiz bir sayfanın üzerine başlarsın yazmaya. Yazdıkça yazası gelir insanın, anlattıkça anlatası… Bağımlılık yapar yazmak, bir başladın mı bırakamazsın. Ne kaleminin mürekkebinin bitmesi seni durdurabilir ne de defterinin sayfasının bitmesi. Hemen kalemlikten yeni bir kalem alıp başka bir deftere yazmaya devam edersin. Tıpkı bir arkadaşına, dostuna yaşadığın olayı anlatırcasına içini bir heyecan kaplar. Yazarken şekilden şekle girersin. Yeri geldiğinde kahkahalara boğulur yeri geldiğinde gözyaşlarına hâkim olamazsın.
Kimseye güvenemediğin anlarda sayfalardır seni ayakta tutan… Kimseye anlatamadığın şeyleri ona anlatır, içini dökersin. En yakın arkadaşından daha yakının olur sayfalar. Kimileri gibi arkandan kuyu kazmaz, mutluluğuna göz dikmez veya sırtından bıçaklamaz. Ne söylersen söyle her zaman senin dediğine katılır ve her zaman senin destekçin olur. Seni ferahlatır, sakinleştirir.
Her ne kadar sesi çıkmasa da sayfalarında bir dili vardır. Onlar da konuşabilir fakat sesini yalnızca dinleyenler duyabilir. Dinleyici olduğu gibi anlatıcıdır da sayfalar. Yalnızca sen anlattıkça karşılık duyarsın.
Uzun zaman geçtikten sonra o defter çıkıverir karşına. Bu sefer sen susarsın o konuşur. “Acaba ne yazmışım?” edası ile kapağını açtığında kimi anılarını okuyup “Vay be ne günlermiş…” dersin. Sayfalar sadece mazinin güzelliklerini hatırlatmakla yetinmez, geçmişte yaşadığın kötü günlerin de bir gün sona ereceğini aşılar sana. Her karanlıktan sonra bir aydınlığın olduğunu, her yağmurdan sonra bir güneş açtığını ve her üzüntünün ardından bir mutluluğun geleceğini hatırlatır.
Velhâsıl kelâm yazmak insanın sadece edebiyatını geliştirmez; ruhunu da iyileştirir. Bakış açısını değiştirir. Umutlu ve mutlu olmayı öğretir. Yalnız olmadığını, herkes gitse bile hâlâ onu anlayan ve dinleyen birilerinin olduğunu hatırlatır.
Yazmanın güzelliklerini öğrendiğinde, o güzel duyguyu hissettiğinde kalemini alıp kendini sayfalara bıraktığın zaman nefesini daha derinden almaya başlarsın. Her şeye daha umutlu, daha parlak gözlerle bakmaya başlarsın. Soluk gördüğün koca dünyaya, siyah beyaz televizyondan izlediğin hayatına renk gelir âdeta, etrafını daha canlı görmeye başlarsın. Dostlarını iyi seçer iyi bir dost olursun.
Ve hayatına sayfalar girdiğinde onu asla çıkarmayacak, çıkarmak istemeyeceksin.