İçinde yaşadığımız modern dünyada artık kavramlar da değişime uğruyor. “Görmedim, Duymadım, Söylemedim” olarak hatırladığımız 3 Maymun, güncelleme alarak “Gördüm, Beğendim, Paylaştım”a dönüştü.
Teknolojinin en büyük inovasyonlarından biri hiç kuşkusuz sosyal medya. Öyle ki toplumsal alışkanlıklarımızı bile değiştirecek bir güce kavuştu bu sosyal medya. Önce tanışma ve arkadaşlık kurma alışkanlıklarımızı değiştirdi. Dönemin en popüler sosyal ağına kaydolup milyonlarca insanla tek “tık” ile tanışabilmek sosyal becerilerimizi değiştirdi. Online oyunlarla beraber klavye, mouse ve konsol araçları ekseninde sınırlanan motor becerilerimiz değişti. Pandemiyle beraber birkaç parmak hareketiyle siparişimizin kapıya kadar geliyor olması alışveriş alışkanlıklarımızı değiştirdi. Şimdi de toplumları etkileyen doğal afet ve savaş gibi büyük kitleleri etkileyen olaylarda anladık ki protesto anlayışımız da değişmiş.
İnternet, Z kuşağı ile ilişkilendirilen bir kavram. En son Kahramanmaraş merkezli deprem felaketinde gördük ki doğru kullanıldığında internet, en etkili yardım araçlarından biri. Yardım bekleyen yaralılara ekiplerin ulaştırılması, yardım malzemelerinin doğru kurumlara , doğru kanallar aracılığıyla ulaştırılması, nitelikli haber akışının sağlanması gibi birçok faydalı işi internet sayesinde halletmiştik.
Bu sürecin asıl kahramanları da internetin içine doğan z kuşağı olmuştu. Hatta olayı bir adım daha ileri taşıyıp sosyal medya aracılığıyla deprem bölgesine destek verdiklerini duyurmayan markaların hesaplarını baskı altına almışlar ve yardım göndermeyen markaları listeleyerek boykot çağrısında bulunmuşlardı. Bu çağrıdan sonra pek çok marka deprem bölgesine maddi destek göndereceği talebinde bulunmuştu. Buraya kadar her şey gayet güzel görünüyor. Peki, ya insanlık ayıbı bir katliama karşı internetin tüm gücünü kullanarak cevap vermek yeter mi? İsrail’in Filistin’e karşı uyguladığı soykırıma ilk andan beri net bir şekilde tepki gösteren nadir ülkelerden biri Türkiye oldu. Cumhurbaşkanımız her fırsatta bu katliamın durması gerektiğini vurguladı ve savaşın durması için garantör ülkelerden biri olmaya hazır olduğumuzu aktardı. Diğer ülkelerin hükümetleri ise İsrail yanlısı bir taraf sergileseler de söz konusu insanlık olunca din, dil, ırk farketmeksizin tüm insanlık ayağa kalktı. Kuzeyden güneye, doğudan batıya neredeyse bütün ülkelerde duyarlı insanlar meydanlara inerek Filistin yanlısı yürüyüşler düzenlediler. Ülkemizde de yine çeşitli mitingler ve yürüyüşler düzenlendi fakat protestonun gerçekleştiği asıl meydan sosyal medya oldu.
İnsanlık dışı görüntüler çoğaldıkça sosyal medyadaki paylaşım sayısı da arttı. Örneğin X’te (Eski adıyla Twitter) ilk günden beri neredeyse her gün İsrail veya Filistin anahtar kelimeleri Trent Topic’te yer aldılar. Farklı sosyal ağlarda milyonlarca paylaşım yapıldı. Her şey iyi güzeldi ama Filistin’in yaşadığı zulme dair protesto gönderilerini beğenip paylaşmak ne yazık ki sanıldığı kadar etkili olmadı. İsrail’in her geçen gün katliamın şiddetini artırmasıyla beraber anladık ki farklı tepki yolları bulmamız gerekiyor. İşte tam da bu arayışta “Boykot!” sesleri yükseldi. Tıpkı depremde olduğu gibi İsrail’e destek açıklayan markaların listesi açıklanmaya başladı ve genç, yaşlı demeden halk birleşerek bu markalardan uzak duracağını haykırdı. Önce Starbucks, McDonald’s gibi hızı tüketim mağazaları, sonrasında da diğer sektördeki markalar boykottan etkilenmeye başladılar. Ne tesadüftür ki tam da boykotun etkisinin hissedildiği dönemlerde diğer ülkeler de savaşın ateşkesle bitmesi gerektiğini açıklamaya başladılar. Anladık ki sadece sosyal medyanın gücünü kullanmak her zaman işe yaramıyormuş. Bazen ayağı kalkmak, protesto etmek ve zalimi destekleyen markaları boykot etmek gerekiyormuş. Devir değişiyor; 3 maymunun gözü açıldı, kulağı duyuyor ve zulmü haykırmaktan çekinmiyor! Mazlumun yardım çığlıkları sayesinde insanlık derin uykusundan uyanıyor.