DEVRİM NİTELİĞİNDE BİR HAYAT: NURİ PAKDİL

Rumeysa Hakyemez

“Damladı yere, bir damla yağmur, bir damla eylem, bir damla yağmur, bir damla eylem.”

Yıl 1934, Maraş mı üfler şairlere ruhunu bilinmez, şehre yeni bir şair soluğu doğdu. Şaşırmayınız, kitaplarla beslenen bir yuvada dünyaya geldi Nuri Pakdil. Annesi Arapça’ya vakıf eğitimli bir kadındı. Zira henüz küçük yaşta olan Pakdil’i karşısına oturtur, onunla Kur’ân’ı şerh fasılları yapardı. İlerleyen süreçte annesinden “ideolojik mürebbiyem” diyerek bahsedecektir. Sanıyorum ki “Gel anne ol, çünkü bir anne bir çocuktan bir Kudüs yapar” dizelerini Pakdil’e söyleten, onun bilincini inşa eden annesidir. İleriki yaşlarında Nuri Pakdil’in Kur’ân ile olan muhabbeti sürer, öyle ki bir seferinde “Bütün kitapları kenara bırakınız, Kur’ân okuyunuz!” dediği anlatılır. İlkokul yaşı geldiğinde ailesi yeni kurulan düzene dair tereddütleri sebebiyle onu okula göndermek istemez. Pakdil ilkokulu dışarıdan sınavla tamamlar. Ortaokula ise kârlı bir üç yıl gecikme ile başlar, zira bu süreçte birçok kalın kitabı sindirir. Henüz ortaokul yaşlarında Büyük Doğu Dergisi ile tanışır, bu dergi onun hayatında aydınlatıcı bir rol oynar. Lise yıllarında ise artık yazma heyecanı ile kalbi çarpmaya başlamıştır, yazdığı çeşitli yazıları dergilere gönderir, hatta arkadaşları ile beraber Hamle adlı dergiyi çıkarmaya başlar. Liseyi bitirir, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazanır. Fakat Pakdil üniversite yıllarını “Yılan Yıllar” olarak nitelendirir. Bu dönemde Hukuk Fakültesi’nde okumanın onu Batı diyalektiği içine soktuğunu, burada ezberletilenlerin Türk ulusuyla alakası olmayan yabancı yasalar olduğunu ifade etmektedir. 1965 yılında Hukuk Fakültesi’nden mezun olur. Ancak ilkelerine ters düşmesi hasebiyle avukatlık yapmaz.

1969 yılında Rasim Özdenören, Erdem Bayazıt gibi isimlerle beraber çıkarmaya başladığı Edebiyat Dergisi Nuri Pakdil için önemli bir atılımdı. Bu derginin amacının edebiyatımızı yabancı tekelinden kurtarmak ve yerli düşünce ve değer yargılarını vurgulamak olduğunu ifade etmektedir. Edebiyat Dergisi Nuri Pakdil’in çağdaş bakış açısının tezahürü niteliğindedir. Zira kelimeler tamamen yerli, hatta öz Türkçeyi çağrıştırıyorken, konular ise İlâhî yöndedir. Batı’ya bakmaktan boynu tutulmuş ülkemiz aydınını eleştirirken anti-kapitalist ve emeği vurgulayan bir sistemi savunur. Bu durum bize açıkça Pakdil’in kendine özgü dünya tasavvurunu çizer. Bir yandan Dostoyevski’nin, diğer yandan Mevlânâ ve Mehmet Âkif’in inşâ ettiği zihin dünyasını… Nuri Pakdil, daha önce var olmamış bir bakış açısı ve üsluba sahiptir. Onun cümleleri öyle özgündür ki, bir kez onu okuyan kimse herhangi bir cümlenin ona ait olup olmadığını rahatlıkla anlayabilir. Bu bakımdan kendiliğinden devrimci kimliği taşır. Selamı bile başlı başına devrim niteliğindedir: “Sizleri, anti emperyalist, anti kapitalist, anti sosyalist, anti nazist, en önemlisi de Türkiye’ye özel olarak anti firavunist bir bilinçle selamlıyorum!” Ve sloganı: “Ne mutlu Müslümanım diyene!”

Edebiyat Dergisi edebiyat dünyasına yeni bir soluk getirdi. Fakat 2002 yılında ekip dağılmış, dergi son sayısını çıkarmıştı. Bu durum Nuri Pakdil’i büyük bir suskunluğa itti. Tam 12 yıl kimseyle görüşmedi, hiçbir yazısı yayınlanmadı. Enis Batur inziva hâlindeki Nuri Pakdil’i, kültürel bağlamda bir erozyonun var olduğu bir dönemde köşesine çekilen bir ermişe benzetir. Pakdil ise sükut hâlini “Suskunluğumu tırnaklarımın altında bir tahta kıymığı gibi taşıyorum.” ifadesiyle anlatır. 12 yılın sonunda ise Sükut Suretinde adlı şiir kitabıyla bu derin sessizliğini bozar, Rasim Özdenören’in deyimi ile mesajını Sükut Suretinde verir. Bu süreçten sonra pek çok kitabı yayımlanır. Klas Duruş, Derviş Hüneri ve Arap Saati bunlardan bazılarıdır. 

Nuri Pakdil için yazmak, âdeta eylemin kendisiydi. O eylemi şu deyişiyle nitelendirmektedir: Eylem yapıyorum, o hâlde varım! Kendisi eylemi sadece yazmamış, aynı zamanda yaşamıştır. “Harca katmadığım sözcükleri yerden toplarım ve en büyük işkenceyi kendime yaparım, yazarak.” Çünkü yazmak sorumluluk üstlenmek, yazmak bir çağrı oluşturmaktır. Bile isteye, hoşnutça çekilen bir ıstıraptır. Bu yönüyle Pakdil yürüyen bir direniştir belki de, yürüyen bir Kudüs. “İstanbulsuz ve Kudüssüz aşk olmaz” diyor Pakdil. İstanbul’a olan bağlılığı üniversite yıllarında başlamıştır. Kudüs ile İstanbul’un arasında soyut bir bağ kurmuştur. Kudüs herhangi bir şehirden çok daha fazlasıdır onun için. Pakdil eylemini her daim mazlum coğrafyalarla bağdaştırmış, Kudüs’ü ise “kol saati gibi yanında” taşımıştır. Devrimciye seslenir: “Ayarlanmadan Kudüs’e/Boşuna vakit geçirirsin/Buz tutar/ Gözün görmez olur” Kendisinin mazlum coğrafyaları sanki bir dostunun hatırını sorar gibi sorduğu anlatılır: Bugün Afganistan nasıl, Suriye’den bir haber var mı, Filistin iyi midir… Onun bu bağlılığı eyleminin sözde olmayışının açık bir kanıtı olmakla beraber onun ardından yürüyenler için hakiki bir örneklik teşkil etmektedir. 

Devrim güneşi 18 Ekim 2019’da ebediyen ufuklara gömüldü. Onun gidişiyle yetim kaldı yüreklerdeki Kudüs. Artık Mescid-i Aksa’yı kimse onun gibi sahiplenmiyor, Kudüs yalnızlaştı. Mazlum coğrafyaları sormaz oldu kimse. Yüreklerdeki Kudüs’ün kanadı kırık, çırpınıyor, uçabilmek için yeni bir Pakdil soluğu arıyor. 

Pakdil’i kelimelere sığdırdığımızı sansak, taşar eylemi devrimci kabuğundan. Bizim insanlığa dair eksik yanlarımızı hâlâ kendi taştığı şiirlerle, denemelerle, yazma eylemi ile doldurur. Okuyalım, anlayalım, anlatalım ve Nuri Ağabeyin en mühim öğretisi ile yaşayalım!