01. A. Haluk Dursun, nev şahsına münhasır, ismiyle müsemma bir şahsiyettir. Yani kendine özgü, tam anlamıyla isminin hakkını veren bir kişi… Kırk yıllık yakın dostu Osman Sezgin, bir yazısında Haluk Hoca’nın bu özelliğini şöyle anlatır:
“Ahmet Haluk Dursun, herhangi boşluğu dolduran değil, boşluğu doldurulamayan olarak hatırlanmaya devam edecektir. Kültürümüzde çok güzel bir ölçü vardır: İsmi ile müsemma olmak. Bu çerçevede tahlil edilecek olursa, isminin bütün anlamları şahsında gerçekleşmiştir. Ahmet, Arapça ‘h-m-d’ kökünden türemiş ve hakkı ile övülmeyi hak eden anlamındadır. Aynı zamanda Peygamber efendimizin en çok kullanılan isimlerindendir.
Halûk ise Arapça huy anlamında ‘h-l-k’ kökünden türemiş “geçim ehli, güzel huylu” demektir. Halûk kardeşimizin yanında bulunanlar kendini huzur ve emniyette hisseder, onun ilim, hikmet, zevk-i selimle dolu sohbetinde vaktin nasıl geçtiğini anlamazdı.”
02. A. Haluk Dursun, çok yönlü bir insan, hezarfendir. Bürokrat, televizyoncu, rehber, yazar, tarihçi, gezgin, hatip ama en çok da hocadır. Son nefesine kadar, öğrenme ve öğretme aşkından vazgeçmemiştir. Hocalık vasfı, her şeyden önce gelir. Bu heyecanını şöyle anlatır:
“Hayatta en çok hoşuma giden, beni mutlu eden şey öğrenmek ve öğretmek… Gençlerle baş başa olmak bana ilaç gibi geliyor… Onlarla bir kaç saatlik tarih, edebiyat, kitap, mimari, sanat tarihi, müzik, şehir, çevre bilinci ve en önemlisi “hayat bilgisi” semineri yapıyoruz. Sadece bir noktaya dikkat ediyorum, en büyük amacım; öğrenme ve bilgiye ulaşma zevkini onlara aşılamak, ezberci ve sınavcı eğitim sistemine kurban ettirmemek.”
03. İstanbul aşığıdır. Boğaziçi’ne, erguvanlara, çınarlara tutkundur. Bu şehrin, baharını ayrı sever, kışını ayrı… İstanbul’da Yaşama Sanatı isimli kitabında bu durumu şöyle ifade eder: “Dünyanın en güzel şehri İstanbul, İstanbul’un en güzel yeri Boğaziçi, Boğaziçi’nin gözdesi Beylerbeyi, incisi de Hasip Paşa Yalısı derler.”
Haluk Hoca, şikâyet etmez. Eldekiyle yetinmenin önemine dikkat çeker:
“İstanbul’da doğmadım ama İstanbullu oldum. İstanbul’da yaşayıp da bir türlü İstanbullu olamayanlara, bir türlü İstanbul’u yaşayamayanlara hep acıdım, onları hiç anlayamadım. İstanbul’u geçmişte bırakıp nostalji feryatlarına katılmadan elde kalanlarla yetinmeye, onları keşfetmeye çalıştım.”
04. Haluk Dursun seyyahtır. Tarihi coğrafyayla barıştıran adamdır. Avrupa’dan Balkanlar’a, Ortadoğu’dan Afrika’ya ayak basmadığı yer kalmamıştır. Anadolu’yu karış karış bilir. Tarihi bilmek için önce mekânı tanımanın önemine değinir. Coğrafyayı sevmeyenin, coğrafyayla dost olmayanın tarihi sevemeyeceğini ve tarihi anlayamayacağını düşünür. Coğrafyamız ne kadar geniş olursa; gönlümüz, muhabbetimiz ve ufkumuz da o kadar geniş olur ona göre.
“Şu Osmanlı ne çok diyar görmüş, ne çok memleket almış, İlâ-yı Kelimetullah ve Nizâm-ı Âlem için ne kadar dolaşmış. Ecdadın elde kılıç vuruşa vuruşa, at üstünde cihad seferlerine gittiği yerleri, biz her türlü imkânı kullanarak elimiz cebimizde turistik seferlerle bitiremiyoruz!”
05. Haluk Dursun, büyük kültür dünyamızı “gönül coğrafyası” olarak tanımlar. Gitmediğimiz, elimizin değmediği yerin bizim olamayacağını söyler.
Ona göre, “coğrafyana ve tarihine dost olursan; medeniyetine, kültürüne yakın durursan uzaklar da sana yakın olur. Sınırlar, ülkeler, pasaportlar, vizeler hepsi kalkar. Gönül coğrafyasının her köşesine, her bucağına, her yerine izinsiz, vizesiz, destursuz girebilirsin. Yeter ki ufkunuz ve gönül kapınız açık olsun.”
“Bizim temelimiz Anadolu’dur, Malazgirt’tir, Sakarya’dır, Sarıkamış’tır, Ahlat’tır. Kudüs bizim için mukaddes, hep söylüyorum ama Kudüs kadar Müküs’ü (Bahçesaray) tanıyacağız. Çok güzel bir çaydır. Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu’nun dediği gibi, biz bu coğrafyaya, tarihe, edebiyata, şiire ve gazavatnamelere dost olacağız. Bu kültürel gelişimimizi akademik çalışmalarla da tamamlayacağız, tekemmül ettireceğiz, mükemmelleştireceğiz ve inşallah geleceği o zaman çok daha emin bir şekilde karşılamış olacağız.”
06. Haluk Dursun, güzel insanların peşinden gitmiş, onlarla yârenlik etmiş ve insan kıymetini bilmenin ne kadar önemli olduğunu ısrarla vurgulamıştır. “Kitap okunur, mekân gezilir ama adam gitti mi geri gelmez.” der.
Muzaffer Ozak, Cemil Meriç, Fethi Gemuhluoğlu, Erol Özbilgen, Ali İhsan Yurt, Sedat Yenigün, Necip Fazıl Kısakürek, Nezih Uzel, Mehmet Şevket Eygi gibi dönemin önemli kültür adamlarıyla yakından tanışmış, sohbet halkalarına dâhil olmuştur.
Ona göre, “Türkiye’nin en büyük kültürel zenginliği; irfan, hikmet, marifet, hamiyet, mürüvvet ve istikamet sahibi cömert insanlarıdır… Yani ‘gönlü zengin’ insanlarıdır.”
07. Haluk Dursun, dert sahibidir. Sayısız talebe yetiştirmiştir. Memleket meselelerine kafa yormuş, gece gündüz durmadan koşturmuştur:
“Bizim işimiz gündelik, kısa vadeli işlerle, küçük siyasî hesaplarla, sloganlar ve ideolojik kalıplara sıkışmış partizanlıklarla sınırlı olmamalı. Millî, ekonomik ve siyasî bağımsızlığını kazanmış devlet, güçlü silahlı kuvvetler, iyi eğitimli ve kültürlü çağdaş gençlik olmadan hiçbir şey olamayız. Hadi herkes işine baksın, işini güzel yapsın…”
“Bana göre Türkiye’nin en önemli meselesi insan yetiştirmek yani millî eğitimdir. Dikkat ederseniz üniversite açmak, mezun sayısını artırmak gibi iddialı sözler sarf etmedim. Orta ve lise eğitiminden bahsediyorum. Sıradan ve sürüden olmayan, vasıflı, meraklı, özverili, bağımsız gençler yetiştiren bir sistemi kastediyorum. Bunu başarmanın en önemli ve tek yolu ise çok basit: Değerli, fedakâr, okuyan ve kendini geliştiren yani idealist öğretmenler yetiştirmek; öğretmenlerin sayısını değil saygınlığını artırmak.”
08. Ahmet Haluk Dursun, sevgi insanıdır. Kuşları, ağaçları, köpekleri, çiçekleri her şeyi sever. Bu sevgisini de bir yazısında şöyle ifade eder:
"Severim her güzeli senden eserdir..." diyerek geçmedi mi hayatımız?
"Geçti sevdalarla ömrüm, ihtiyar oldum bugün..." demiyor muyuz?
"Unutmadım seni ben her zaman kalbimdesin..." diye sızlanmıyor muyuz?
Muhabbet sadece insana mı olur!
09. A. Haluk Dursun, öncü ve lider bir insandır. Çok önemli çalışmalara imza attı. Ülkemizde yürütülen durağan müzecilik anlayışını tamamen değiştirdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda Ayasofya Müzesi Başkanlığı, İstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü ile Bakanlık Müsteşarlığı görevlerinde bulundu, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü Kurul Üyeliği yaptı.
Miniatürk Projesi’nin hazırlanmasında görev aldı, Ayasofya’da kapsamlı yenileme faaliyetleri, içindekilerle birlikte etrafındaki Osmanlı eserleriyle ilgili koruma ve onarma çalışmaları yürüttü. Gelibolu Tarihî Alan Başkanlığı, onun müsteşarlığı döneminde kuruldu.
Gençlere özellikle büyük önem verdi. Hazırladığı Anadolu Tarih ve Kültür Birliği projesi ile İstanbul, Ankara ve İzmir gibi şehirler başta olmak üzere tarihe ve kültüre meraklı onlarca öğrenciyi tek çatı altında topladı. “Coğrafyaya ve insana dost olmak’’ temel gayesiyle hayat görüşü, ilgi alanı ve kariyer hedefi bakımından birbirinden ayrılan bu gençleri Anadolu’da; Sivas, Erzurum, Van, Kars, Bitlis gibi birçok şehrin gençleriyle buluşturdu.
10- Haluk Hoca, yaşarken ve yazarken hep “Beni seven peşimden gelsin.” derdi. Binlerce öğrencisi ve seveni, onu erken yaşta kaybetmenin hüznü ve yokluğu içinde “Ölen beden imiş, âşıklar ölmez.” diyerek ilk günkü muhabbet ve heyecanla hocanın peşinden gidiyor ve onu hayırla anmaya devam ediyor.
Ruhu şad, mekânı cennet olsun!