Maskenin Altında Kim Var?

“Görünüşünüz, yalnızca kalpten bakabildiğinizde berraklaşır. Dışarı bakanlar düş kurar, içe bakanlar uyanış yaşar.”

Carl Gustav Jung

En son ne zaman görüştüğümüzü hatırlamadığımız çevremizle, ilk yüz yüze karşılaşmamızda sanki sık sık görüşmüş gibi samimi hissettiğimiz zamanlar olmuştur. İşte sosyal medyanın bir yanı da budur. Birbirimizin hayatlarına konuşmadan dâhil olma hissidir. Olumlu veya olumsuz olması elbette tartışılabilir ancak bu süreci kolaylaştırdığı kesin. Düğünlere, işe başlamasına, hasta oluşuna ve daha birçok bilgiye arkadaşımızı aramadan vâkıf olabiliriz. Karşılaştığımızda ise görüşülmeyen o ara hiç gündeme alınmadan kaldığımız yerden devam edebiliriz. Diğer yandan bu dünya, sosyal medya kullanmayan insanları bir şekilde günlük konuşmalarda dışarıda bırakabilen bir düzendir. Günlük paylaşımlar üzerinden dönen muhabbette, gündem olan komik bir video veya eleştirilen bir konu hakkında konuşulurken sosyal medya hesapları olmayan veya paylaşım yapmayan kişiler bu sohbetin dışında kalacağından bu dünyanın dışında kalabilmek o kadar da kolay olmaz. Peki bu dünyada kimler var, hesapların arkasında herkes ne kadar sahici? Burası maskeli benlerin oynadığı bir sahne mi yoksa gerçek hayatın kendisi mi? Ya da bizler, gerçekte olduğumuzla sosyal medyada gösterdiğimiz kişi aynı mı?

Jung, insanın kendisi olmadığı bir karakteri canlandırmasını “persona” olarak tanımlamıştır. Bu, bazen kabul görmek için bazen daha kolay ilişki kurabilmek için taktığımız bir maskedir. Sosyal hayatta bu maskeler ile yaşamımızı sürdürürüz. İş ortamında, evde veya arkadaş ortamında farklı farklı maskelerimiz vardır. Jung’a göre kişinin yapması gereken bir an önce toplumun beklentilerini anlayıp, sağlıklı bir maske oluşturmaktır. Çünkü ciddi bir ortamda o ortamın gerektirdiği gibi hareket etmemizi bu maskeler sağlar. Aksi hâlde topluluklara uyum sağlamakta zorlanırız. Ancak bu personaların olumsuz etkisi de olabilir ve çeşitli ruhsal bunalımlara sebep olabilir. Kişi bu persona ile aşırı özdeşleştiği takdirde kendi kişiliğini yok saymaya başlar ve bunun sonucunda, aslında “kim olduğu ile kim olmak istediği” arasında sıkışıp kalır. Bu sebeple evdeki maske ile sosyal ortamdaki maske arasında fark açıldığında, yani evde ve dışarıdaki maskeler birbirinin tam zıttı ise orada durup düşünmek gerekebilir.

Personaların oluşturulduğu ve belki de zararının yararından çok olduğu bir diğer mecra ise sosyal medyadır. Bilinçli veya bilinçsiz olarak oluşturulmasının elbette birçok alt nedeni vardır. Bunlar; kişinin kendi hayatından memnun olmaması, sosyal ortamda eksik olduğunu bildiği yönleriyle yüzleşmemek için olmasını istediği bir persona yaratarak kendine tatminlik sağlaması, diğerleri tarafından dışlanma korkusu ya da olduğu gibi kabul göreceğine inanmaması gibi çeşitli nedenlerle insanlar bu yeni kişilikleri oluşturur. Bu bilinçli oluşturmanın sebeplerinden biri de kişinin kendisini kabul edip etmemesi ile oldukça ilişkilidir. Kendini kabul etmeyen ve kabul görülmediğini hisseden kişiler için kabul görülür bir kişilik oluşturmak kolay bir kaçış yolu gibi gözükse de içsel süreci sancılıdır. Mutlu bir hayat görüntüsü olan, paylaşımcı, yardımsever, güzel, zayıf, spor yapan, sürekli bakım yaptığı vb. görülen profile gelen övgülerin yaratılan o kişiye mi yoksa öyle olmayan asıl “ben”e mi geldiği ikilemini kişi sürekli yaşar. Başlarda keyifli, tatmin edici olsa da bir süre sonra o maskeye öylesine inanır ki maskeler düştüğünde görülen gerçeklik aynı değilse bu süreç kişi için ciddi bir krize dönüşebilir.

Dikkat edilmesi gereken nokta bu personaların dengeli olması gerektiğidir. Aynı zamanda kim olduğumuz, neye ihtiyaç duyduğumuz ve kendimizi her yönümüzle ne kadar kabul ettiğimiz önem arz eder. Çünkü insan kendisini kabul etmediği sürece, bir diğerinin beklentisi doğrultusunda bir “kişi” olma çabasının sonu gelmez. Kendini kabul etmeyen bir insanın çevresindeki kabul ediyor görünen kişilerin ancak “-mış” gibi davrandıklarını söyleyebiliriz. Çünkü insan, sezgileri kuvvetli olan ve ortada bir yapaylık, uyumsuzluk gördüğünde bunu fark edebilen bir canlıdır. Bunun yanında bize dayatılan bu ideal benleri, bizim bir başkasına ne kadar dayattığımız da madalyonun diğer tarafıdır. Sosyal medyada kimlere neleri dayatıyor kimleri olduğu gibi kabul etme cesaretinde bulunuyoruz, belki de önce buradan başlamak gerekir.

Güzel haber ise ışıklar sönüp maske düştüğünde, karşı karşıya kaldığımız “ben”i inşa etmenin bizim elimizde olmasıdır. Öyleyse önce maskenin altındaki öz beni görmek, fark etmek, belki de kucaklamak gerek… Zira ancak kendimizi olduğumuz gibi kabul ettiğimiz zaman kabul edil-e-meyişimiz ile baş edebiliriz.

Psk. Zeynep Bozbek Türkyılmaz