Ümit Yaşar Özkan
Bilim kurgunun tarihî seyrinde filmi biraz hızlandıralım: Hugo Gernsback, bir edebî tür olarak “bilim kurgu”nun adını koyar ve 1926’da Amazing Stories dergisiyle bilim kurgu dergiciliğini başlatır. Bugün adı, bilim kurgu dünyasındaki en prestijli yarışmalardan biri olan Hugo ödüllerinde yaşayan bu mucit ve yayıncı böylece çok önemli iki iş yapmıştır. Artık türün bir adı vardır ve bu tür varlığını çok uzun bir süre dergilerle sürdürecektir.
Ailesi o üç yaşındayken Rusya’dan göçen küçük Isaac, çocukken babasının şekerci dükkânında bu dergileri okuyarak bilim kurguya merak sarar. Daha on sekiz yaşında ilk bilim kurgu öyküsünü zamanın başka çok önemli bir bilim kurgu dergisine götürecek ve bilim kurgu yazarı olarak onu yönlendirecek olan editör John W. Campbell ile tanışacaktır. Yani Asimov gibi bir zekânın yeşerip boy atacağı kültürel zemin hazırdır. Zamanla Asimov bu bilim kurgu toprağının devasa çınarlarından biri hâline gelecek ve Arthur C. Clarke ve Robert Heinlein ile birlikte bilim kurgunun altın çağının üç büyük yazarından biri olarak tanınacaktır. Şunu da unutmayalım ki Asimov, doktorasını kimya alanında yapmış bir bilim insanıdır. Bilim onun hayatının ve kurgularının merkezindedir.
Üstad uslanmaz bir yazı makinesidir. 500’den fazla kitaptan bahsediyoruz. Sadece bilim kurgu türünde yazmamıştır, bugün hâlâ severek okunan popüler bilim kitapları da kaleme almıştır. Hatta Shakespeare ve İncil hakkında da çalışmaları vardır. Elbette biz sadece bilim kurgu yazarlığına değineceğiz ama külliyatının bu kısmında da son derece üretken olduğu için Vakıf serisi ve Robot öyküleriyle sınırlandıracağız köşemizi. Yoksa birbirine ince ilmeklerle bağlanan serileri ve onlarca bilim kurgu öyküsünü anlatmaya sayfalar yetmez.
Tamamı yedi kitaptan oluşan Vakıf serisi, günümüzden on binlerce yıl sonrasında geçer. Farklı gezegenlere yayılan insanlık, galaktik bir imparatorluğun idaresinde yaşamaktadır. Bir gün imparatorluğun gezegenlerinden birinde yaşayan matematik profesörü Hari Seldon tuhaf bir iddia ortaya atar. Seldon, kendi geliştirdiği psikotarih adlı bir bilimi kullanarak galaktik imparatorluğun beş yüzyıl içinde çökeceğini ve bu çöküşün ardından otuz binyıl süren bir barbarlık döneminin yaşanacağını hesaplamıştır. Seldon’a göre bu çöküş kaçınılmazdır. Fakat gerekli tedbirler alınırsa çöküşün süresini azaltmak ve insanlığın tekrar barbarlıktan medeniyete geçmesini sağlayacak bilgileri korumak mümkündür. Her bir kitapta yüzyıllar geçer. Seldon’un takipçileri galaktik ölçüdeki bir yıkıma karşı mücadele ederler. Meraklı bir macera kurgusu içinde galaktik çapta politik manevralar ve akıl oyunları eşliğinde bilim, din, ticaret ve siyaset üzerinden medeniyetlerin çöküş ve yeniden yükselişlerine dair beyin fırtınalarına yönlendirilir okur.
Asimov, Vakıf serisini yazarken Edward Gibbon’un Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi üçlemesinden ilham almıştır. Matematik ve sosyolojinin birleştirildiği bir bilimdir Hari Seldon’ın psikotarihi. Vakıf evreninde gerçekliği olan bu bilim dalı, think thank kuruluşlarına ve ekonomist Paul R. Krugman’a ilham vermiştir. Tarihçi Peter Turchin’in kliodinamik adını verdiği alan da Seldon’ın psikotarihini çağrıştırır. Vakıf serisi, edebî yönden eleştirilmiştir de. Polisiye kurguda tekrara düşülmesi, karakterlerin yüzeyselliği eleştiri konusu olmuştur. Fakat onun ne yapamadığından çok ne yapmak istediğine ve neyi başardığına bakarsak şunu görürüz: Asimov yüzyıllara yayılan bu muazzam bilim kurgu destanlarında aklımızın ve hayalimizin sınırlarını zorlayan kurgular geliştirir. O, kendi tanımıyla bir hümanist ve rasyonalist olarak akla ve bilime güvenir. İnsanlığın ilerleme yolunda karşılaştığı sorunlar yine insan aklı ve bilim yoluyla çözülebilecektir.
Robotlara da böyle bakar Asimov. Ona gelene kadar birçok robot hikâyesi yazılmıştır. Hatta robot kelimesinin mucidi bu kelimeyi ilk kez R.U.R. (Rossum’un Evrensel Robotları) adlı tiyatro oyununda (1920) kullanan Çek asıllı yazar Karel Çapek’tir. Asimov’dan önceki robot hikâyelerindeki robotlar, çıldırıp yaratıcılarını öldüren katil canavarlardır. O, bu Frankenstein kompleksini işlemek istememiş, kendi kurmaca evreninde pozitronik beyinli bu makineleri yeniden bambaşka bir şekilde tasarlamıştır. Asimov’un robotları, insana hizmet etmek için yapılmış zekâ sahibi makinelerdir. Bu makineleri tasarlayan insan aklı elbette onların katil canavarlara dönüşmesini engelleyecek algoritmayı da bulacaktır. Asimov, bu algoritmayı “üç robot kuralı” şeklinde formüle eder. Hikâyenin ortaya çıkması için bir arızaya ihtiyaç olduğunu da bilmektedir. Bu yüzden kendi icat ettiği üç robot kuralını sürekli sınar. Bu kurallar gerçekten her zaman her yerde işe yarar mıydı? Asimov’un robot hikâyeleri, bilim kurgudaki robot karakterleri değiştirmekle kalmaz yapay zekâya dair düşüncelerimize ilham verdi ve vermeye devam ediyor.
Asimov’un kurgularının temeline yerleştirdiği ilerleme fikri bugün tartışmaya açık olsa da onun “umutla yıldızlara (ad astra per aspera)” doğru gösterdiği ufuk yine de heyecan vericidir.